12 Aralık 2011 Pazartesi

intihara meyilli

Hep intihara meyilliydim hiç mutluluğa değil.
Her mutluluk bir intihara adımdı zaten
Her sevgi ağlatırdı zaten mutlu olunca da ağlardım ben…

İntihara meyilliyim demiş miydim?
Unutkanım artık

Düşündüm ki bu ara çok düşünüyorum. İnsanın zamanı olmaya görsün, yapacak bir uğraş bulmayınca en iyi oyuncağı düşünmek oluyor. Geçmişin tozlu sayfaları karıştırılıyor diyeceğim. En klasiğinden bir cümle olacak ama klasiklik iyidir yaşasın klasisizm

Geçmişteki tüm hatalarım karşımda şimdi. Lisede yaptığım bir davranış, ilk heyecanlarım hepsi gözümde canlanıyor. Onu yapmasaydım şu olurmuş bak nasıl görememişimler, o geldiğinde öpmeseydim onu daha iyi olacakmışlar falan filanlar

Engel olamıyorum bu geçmişle yüzleşmelerime ve yeniden yaşamın ne kadar gerekli olduğu sorununa geliyorum
İntihara meyilliyim demiştim değil mi?

Bir adam var, şükretmenin gerekliliğini haykırıp duruyor bana. İnsan mutlu olmalıymış, şükretmeliymiş tüm olanlara rağmen. Tamam, bende isyan etmiyorum. Sadece pes etme, uğraşmayı bırakma, uğraşmaya üşenme, bırakma derdindeyim. Ne olacak ki ben olmasam? Neyin eksikliğini duyacaklar? Gerçi birinin eksikliğimi hissetmesini istemiyorum. Ne istediğimi tam bilmemekle beraber bunu istediğime eminim, kimse hissetmesin yok oluşumu?

Hep düşünüyorum dedim ya, bak mesela dün sürekli acaba o yüzler benim yüzümü unutmuş mudur bunu merak ettiğimi düşüncelerimden çıkardım. Yan yana geldiğimizde ne hissetmişlerdi ve şimdi onlardan çok uzaktayken kaldı ki hiç yakın olamamışken ne hissetmişlerdi, ne kadar ezberlemişlerdi yüzümü, yaptığımız konuşmaları?
Sanırım fazla değer veriyorum bir şeylere ya da az şey yaşadığım için her şey pek özel kalıyor benim için. İlk kez gidilen bir mekân, orada bizden bağımsız oturanlar, yapılan sohbetler, buruna gelen kokular, fark edilen bakışlar hepsi ezberimde. Hele ki bu ara hep canlanıyorlar içimde deli ediyorlar beni. İnsanım işte düşünmeden edemiyorum, onlar anımsıyorlar mı bunları, en azından bir kısmını? Yüzümü seven eller unutmuş mudur mesela?

Unutuyor insan tabi, unutmayı kolay beceriyor. Ah bir de şu boşlukta kalıp düşünmeler olmasa…

İntihara meyilliyim, unutmaya meyilli olamadığım kadar çok hem de
Ve merak ediyorum bu ara ben bazı beyinlerin neresindeyim diye

hep aynıyım

Uzun zaman oldu sanki
Ama aslında pekte farkında değilim olan bitenin
Akan zaman mı benim beynimin yumuşak kısımları mı bilemiyorum işin açıkçası
Gene çukurdayım
O kadar beklemediğim şeyler yaşadım ki, yazmaya kalksam ve olur da biri okursa beni tanıyan, bence benden daha çok şaşırır.
Hayatın insanı ne hale sokacağı belli değil ya da insanın kendini nerelere vuracağı…

Bir çıkış noktası aradığım zamanların bilmem kaçıncı tekrarında gene çıkmaz sokak tabelası gördüğümü varsayarsak cidden salak bir insanım.

Günler geçiyor kocaman bir ekim ayı geçti mesela, kasımın ortasında mıyız neyiz?
Kayboldun diyenler var, belki de beni hayatlarına alan sadece onlarmış. Beklediğim kişilerden ses olmayışı benim henüz kaybolmadığımı mı gösterir?

Nerdesin desinler diye susmuyorum, yanlış anlaşılmasın.
Konuşmamayı öğrendim mesela bu sene. Susabiliyorum saatlerce hem de en çok konuşmayı sevdiklerimin yanında bile.

Değişiyor muyum büyüyor muyum yoksa tüm bunlar hayata yenilme mi bilemedim, bilsem de söyleyesim yok cevabı.

Her gün bir diğerine benziyor ama bunu zaten biliyordum niye şaşırıyorum ki?
Bayramda eli kanlı bir dilberdim. Sonrasında büyük heyecanlar yaşadım kendimce. Aslında burada kocaman bir parantez açıp içini doldurmak lazım. Hayatımdaki sıfatlarımı değiştirecek adımlar attım. Ama ne kadar o sıfata yakınım, yakışırım göreceğiz.

Konudan konuya atlamalar, salak saçma zıplamalar olacak ama yazmaya başlayınca ne varsa kusayım istedim. Hep annem benle zannederdım. Yani ne olursa olsun destek olacak insan o dur sanardım, yanılmışım. Yaşadığım heyecanlı vakitlerde en soğukkanlı ve anlayışlı duran babam oldu. Belki de en çok babamı sevmeliydim ölmeden. Geç kalmış değilim sanki ha…


Bu arada evdeyim hala. İşsizim de. Hayatımda istediğim, planladığım olur dediğim hiçbir şey olmadı. Hiç istemediğim, planlamadığım bir şey olabilir ama
evlilik gibi…

Evlilik için gerekenler listesini bile çıkarmamışken içim, kalbim, beynim. belki de bu yola girecek. O vakit adam olurum belki ha

Daha söyleyeceklerim var ama kendime küskünüm tüm bu olanlar için. Barışır gibi olduğumda yazarım.

26 Eylül 2011 Pazartesi

gitmek

tamda istediğim buydu işte.
gidenlerin içinde kalmak. hatta sürüye uymak. bir adamdan gitmek, bir memlekete veda etmek. en çok annem ağlasın arkamdan. ya da babam sövsün tamda bizim kızın yapacağı iş bu diye.
bilmiyorsunuz siz ama bir yolculuğun biletini aldım. işte bu kadar pisim aslında ve bu kadar temizim , hatta birini kendimi yok sayacak kadar sevebilen bir temiz.

gidenlerim oldu çok. ardında kalan bendim. ben vardım bir ben içeri. sonra delirdim delirişlerim oldu , hep onsuzlukların dil çıkarmasıydı.
eylemlerim oldu çokca aşklaşmalarım ama gitmelerim olmadı. hep hayal ettim. masturbasyon gibiydi. bir elim kalbimde bir elim beynimin içinde. kıvranıyordum. kıvırıyordum.

sonra bak dedi dünyanın bir başka hali, i,çtin de ne oldu? deliydin, günahtın ya da her günaha sonrasında göz yaşı akıttın da ne oldu?

düşündüm. bir kedi masumiyeti yüklendi gözüme. en çok onun bakışında kedi oldu gözüm.

titredim mi ne?
el uzattım tutar mısın?
lisanın yok ama ne önemi var isteyince olur dedi. olur dedim.

gitmek eylemleri korkutucu değil şimdi.
gidilebiliyormuş. en çok ben ağlayacağım ama yine de gideceyim. şimdi benim zamanımmış işte.
herkes sırasını bilmiş gitmiş.

gitmek bir sevda kuşunun kanadındaymış.
uçarmış insan. hayali olsa da bilmediği bir ülkenin toprağına konarmış.


16 Eylül 2011 Cuma

ne çabuk değişiyor dünya

yazacak çok şeyim var ama bugün süre az.
işin özü başlıkta belli
değişiyor yollar.
bilmem ne kadaar başarılı olurum yürümekte
ama farklı bir yola girdim. ve iyiyim
güzel yani
güzel bir iyilik
kokuyor muyum ne güzel güzel
hadi bakalım maşallah:)

8 Eylül 2011 Perşembe

3 eylül 2011

Zaman çok çabuk geçiyor
Ama ağzımdan o buruk tad
Daha önce defalarca yarım kaldım
Yarsız kalmışlığımda var.
Ama hiç böyle olmamıştı.
Hep öyle deriz, hiç bu kadar sevmedim, hiç bu kadar acı çekmedim, sensiz olmaz cart curt.

Her acı özünde aynı, çekeni siz oldukça derece, çeşit ne önemi var ki?

Yazacak çok şey varken susmak. Evet tamda buydu bir ayı geciktir yaşadığım .

Vahşi bir hayatın içinde, korkularla yüzleşmek yerine ölü taklidi yapmak gibi bir şey. Ölmedim daha ama taklidini yapmak güzelmiş. Nefes bile almadan durmak, nefes almayı unutmak, unut gitsin demek, unutamadım unutamadım hala seni demek ama duymamak…
Bir duyulmak istiyorum dinleyesi geliyor insanın ama ne önemi var. Geçmişe bırakılmış bir adamın dediği gibi “ dün dündür bugün bugündür.” Oysa ki bilmiyor ki bu kadın dünle bugünü hep harmanlıyor hatta yarını da katıyor birbirine, cadı kazanı gibi beyninde kalbinde kaynatıyor.

Dumanım tüttü bir ara. Ve kimse görmedi. Gördü ama bir şey demedi. Dememesi iyidi belki de, bilmeyenler oldu sebebini sıkıntımın. Hatta gözyaşlarıma bir sınır biçtiler. Oysa ki şarkılar bile dedi yıllarca gözyaşlarımı bitti mi sandın diye…

Geçer dediler mesela. Hastaya iyi olucaksın derken ki gözlerinde olan yansımayla. Hani acıma ile keşke iyi olsa arasında kalmış bir duygu vardır ya, aynen öyle. Sürünmesin ölsün diyen de vardır bak. Onlar daha gerçekçi.

Ah gerçekler.
Kabul ettiğim, bildiğim, sahiplendiğim , yaşadığım gerçeklerin yüzüme tokat misali vurulmasının acısını yaşadım uzun bir süre. Geçer demişlerdi hani

Geçer elbet.

Her şey bitiyor nasılsa, her şey geçiyor.

Çanakkale geçilmez dediler, yetti mi misal?

Şimdi iyiceyim.
İyilik nedir sorusunun cevabı olmadan “iyiyim” sözünü sahiplendik çoğumuz. Varsın bende sizden olayım.

İyiyim.
Bir beden daha geçti içimden.
Bir tene yakın ama uzak oldum gene.
Ya vardım ya hiç olmadım.

Uslanmadım, ders almadım.
Dert edindim, derman olmadım.
Kimsenin derdi, dermanı olamadım.
Kendimleyim.kendi başımı ben yedim.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

hayal kurmak iyidir



düşünüyorum kendimi böyle
evet aynı resimdeki gibi
sonra bu bir hayal mi diyorum
oysa ki hayal kurmak güzel, karşındaki deli deyince gülümsemenizi sağlıyor bu hayaller.

hayalim ol diyorum
hayal olalım
nasıolsa gerçekleşme ihtimali bizim gerçekliğimize bağlı

eğer varsak, var olduğumuzu biliyorsak birbirimizin
o zaman hayal gerçek olur
ve bazen herşeye rağmen gerçekler çok güzeldir.

15 Temmuz 2011 Cuma

kral çıplak




bazen gerçekleri sevmiyorum.
bildiğim gerçekleri yok sayıyorum. diyorum biraz uzak dursunlar benden, şu anın tadını kaçırmasınlar.

gene öyle oldu işte.
kabul etmek istemediğim ya da kabul edip kenara ittiğim gerçekler önüme çıkıyor.

biri bağırdı birden
kral çıplak

biliyordum oysaki, benim dışımda onunda bilmesi belki de canımı sıktı.

gerçekler hep var
ama keşke biraz daha uyuyup öyle uyansaydım.

beynimin en olmadık yerine battım şimdi.
çıkışım güzel olsa bari

bu arada evet kral çıplak
ve gerçekler cidden acı

7 Temmuz 2011 Perşembe

midede kelebeklerin uçuşması




mide lan bu ,ekmek olur su olur falan filan diyordum ama değilmiş öyle işte, insanların bildiği varmış. bir günlük ömrü olan kelebekler bile bir süre midede takılabiliyormuş. heyecanın sevgi hali belki de canlı kılıyor birdenbire midede onları.

beklemediğiniz anda belki de beklediğiniz ya da yok canım daha neler diyebileceğiniz bir cümleyi duymanız, bir gülümsemenin farkına varmanız var kılıyor kelebekleri. heyecan sevgiyle birleşince oluyor ama bu. sanki kelebek sevgi demek oluyor. mide kalbe bile dönüşebiliyor. ya da bir bağ oluyor allahım, midede kelebek etkisi, kalp desen kelebek kanatı çırpışı gibi atıyor. güzel bir hismiş. hep böyle kalsın diye heyecanla kelebekler ağzınızdan çıkmasın diye bir eliniz ağzınızda diğer el kalp mide arasında gelip gider halde yaşıyorsunuz bir ara.

kelebekler hiç ölmesin.

anne- babanın götüne girme imkanı




göze girmek ile göte girmek arasında ince çizgi var mı bilmiyorum. ince çizgileri hiç sevmedim zaten.

kaba bir başlık mı oldu tedirginliğiyle başlasamda yazıya aslında hayatın bana kaba davrandığını düşünmeden de edemiyorum.

göze giremediğimin farkındayım, şimdi bildiğiniz, bildiğim şeyleri yazmanın anlamı yok. olmadı işte beceremedim. ama sanırım göte girme durumunu başaracağız.

merak ediyorum anne ve babamın içine o daracık delikten girebilir miyim?

amman dizimizin dibinde olsunlar, amman sağlıklı olsun yanımızda olsunlar
amman kötülük gelmesinler
çalışsın işi ne demeler
bla bla bla

merak ediyorum birazdan annemin götüne girebilecek miyim? napıcak beni, ne olucağım ben böyle? ne bekliyor nedir istediği?

ne kadar moderniz biz, ay ay modunda olsalarda
hala akşam ezan vakti kız dediğin evde olmalıdır bizimkilere göre.

hala annem beyaz gelinlik hayali kuruyor benim için, hatta bu ara fazlaca bir ah ah kızlarımı evlendirsem modunda
ah anne bilmiyorsun işte...


bedeninden çıkardığın sen gibi bile kokamıyor bazen, sen gibi nasıl hissetsin?

aslında çok gerginim şuan, sövmelerim var ama gereği yok ki hiçbir şeyin.

evdeyim
hem ah bu kız hep evde oturuyor, şu lanet bilgisayarın başında diyorlar hem dışarı çıkışları sınırlar içine alıyorlar.
sınırsızlığın olmadığı bir dünya da her şeyi düşünne, sınırsızlığı seven beynimden kendimi vurasım var.

susmalı şimdi
hala merak ediyorum
şimdi annemle babama hadi desem götlerine girebilecek miyim? alabilecekler mi beni içlerine?

3 Temmuz 2011 Pazar

gülebilme ihtimalleri



insan birden heyecanlanabiliyormuş, bir anda mutlu olabiliyormuş mesela. şaşırtıcı değil mi? ben çok şaşırdım. ama daha çok şaşırmak istiyorum

30 Haziran 2011 Perşembe

derinindeyim kendimin

derin bir yer burası ama ben sığ düşüncelerin arasında sörf ediyorum. arada yoruluyor bir düşünceye takılıp kalıyorum. sıkıca kavrıyorum onu, düşüncenin canını yakıyorum. ama tek göz yaşı akıtan benim...



gülmeyi seven ağzım asık bir ifadeye büründü gene, oysaki bir gün önce iyidi. en azından ekranın karşısında gülümsüyordu. kim olduğunu bilmediğim birinin sözü bile yüzüme güzel bir şekil verebiliyordu. şimdi ne oldu da böyleyim?



en derinime ulaşamadım sanki, elimi uzatıyorum daha derine daha derine en derine, yok varamıyorum.

kendime, özüme varamayışıma üzülüyorum şimdide.



ulaşabildiğim yerde sıkıntıya battım. anı diye biriktirdiğim şeyler burada tozlanmış, üzerine üflemek lazım ama yad etmemek lazım. yad ettiğim an içimdeki daha pis kokulu bir yere batıcak gibiyim.



huzurum nerede? hangi köşeme fırlatıp attık onu?



kusucak kadar mutsuzum. belki de mutsuzluktan içime kusmuşum?



kuşlar, kanat çırparak uzaklaşırken, kanadımın olmayışı mı beni tutsak kılan?



derinlerde bir yterde kuş sesleri olan bir şarkı duydum. fısıldıyorum şimdi, olmayan ingilizcemle çocukça bir söyleyiş oluyor şimdi, şarkıcı duysa yazık der. ama bana mı şarkıya mı onu bilemiyorum şimdi.



çok derin bir insan değilmişim bunu anladım. belli, katmanlarım var ve sanki az daha sıkıntı yaşısam içice geçicekler. karmakarışıklığım son bulmayacak, ne acı!



derinlerde bir yerde şen kahkaha duydum. ben miyim o, hay maşallah nasıl bir ses o?

kim güldürmüş ki beni?



birinin beni güldürme fikri ne de sıcak bir şey.

ısındım burada, hep kalsam mı ki?



çıkışı olmayan yollara dalmaya alışkın adımlarım.

yürüyorum ama o şen kahkahanın geldiği sese yaklaşamıyorum.



hayal miydi, neydi?



derinindeyim kendimin.

kendimden bir o kadar uzak,

kendimin bir o kadar içindeyim.



yüzleşmekten kaçmadığım duygulara dokundum yine,

tenim bir ölü kadar soğuk,

içimin sıcaklığına erişmek içinse daha çok yolum var...

17 Haziran 2011 Cuma

tez - savunma- jüri




Merak edenler ya da etmeyenler ıcın yıne de yazmalı sankı

Ne oldu kayra senın su savunma jürı tez bla bla dıye aklının ucundan gecırenler suskunlugumu kotu algılamasın
Sakinlestım
Rahatlamadım henuz kanatlanmadım ama ıyıyım ucucak gıbıyım

10 hazıran gunu okula gıttım. Aslında sonucu az cok bılıyordum bıtmedı bu tez yea dıyen bı danısmanım vardı bılıyorsunuz, 2 yıldır nesı bıtmedı anlamadıgım tezımı sundum
Iyı gectı savunma, hatta şaşkınım bana nıye cok saldırmadılar dıye

Teknık sorunlar dışında tezımde bır sorun mevcut degıl
Hatta ıyı seyler oldu

Belkı de ozlenen beklenmeyen bır guzellıkte gectı 10 hazıran
Agustos ortasında bır kez daha jurıye cıkılacak ve dıplomayı alıcaz ıns.

Sonrasında ne olucak bılmıyorum
Bılseydım ucar mıydım ah onu da bılmıyorum
Ama keske gok yuzunun mavılıgı gelecegımı de bulsa, boyasa, kaplasa

çok geç



Cok gec
Üzülmek için çok geç…

Melis danışment ın sesınden dınlıyorum sımdı cok gec’i
Insan yazmadan edemıyor kendıne aıt sozlerı duyunca bır baskasının sesınden
Tamam belkı sarkı sözu yazarı degılız ama otursak boylesıne bır sarkının sözlerını dokerdık sanlkı kagıda
Kacıncı gec kalmıslıgımız uzulmeye… sayamadıgım kacıncı sıkıntı kacına aglayacak zamanım oldu kacını sahıplendım, gecmıstekı sıkıntılı gunler etıketıyle kacını ısaretledım

Yazık mı oldu bana
Ha bılemedım

Neyım eksık neyım fazla…

Bır uyandım baktım kı gece olmus
Ve bütün yıldızlar gozlerıme dolusmus
üzulmek ıcın cok gec


Zararın neresinden dönsem karsımda eski bır tanıdık
Bazen sonsuz bır huzur bazen lanet olası bu yalnızlık…

Yerınde saymalarımın bılmem kacıncı yılı
Ve hıc bu kadar yalnız kalmamıstım

Hep cok ınsan var ama ben yalnızım trıbı ıcınde bogulurdum
Sımdı sadece yalnızlığıma gömuluyorum

Evdeyim
Ev isleri
Müzikler
İzlenecek ızlenmıs ızlense de bıkılmamış filmler
O kadar
Bır de yüzleşmeler
Savunmalar saldırmalar kendimin derınlıgıne gömulmeler ya da en sığ yerlerimde acıyı aramalar

Gerçekten üzülmek ıcın çok mu gec
Artık benım bu halime üzülünülmez mı bıle

Niye oldu kı boyle

kızıl vuvvvvv




Kızılında bogulmak ıstıyorum saclarımın
Yenıden boyadım
Ama ne anlamı var bılmıyorum
Kızılında bogulmak ıstıyorum
Su kızıl boyamanın en sevdıgım yanı dusun kığkırmızı olusu
Avucumun ıcınden kan damlar gıbı süzülen boyaya hastayım ,
Tum bedenım kanıyor sankı suyun altında
Kan süzülüyor….
Ah kanımın ıcınde bogulmak ıstıyorum

Kendımden bu kadar sıkılmısken hala ısrarla kanıma kansızlıgıma kızıllıgıma kendımı bırakmak ıstıyorum

6 Haziran 2011 Pazartesi



fahiş bir fiyata satılmış,
bir fahişe ruhlu kadındı o.
yitirdiklerinin değerini,
değersiz kalınca anladı.

memnuniyet-sizlik

neydi memnuniyet ve neydi insanı memnuniyetsiz kılan? hiç işim yok gibi bunu düşünüyorum.
en son neydi beni memnun eden? yeni bir isimi öğrenmek mi?
biriyle tanışma çabası mı bir dilim lezzetli kek mi ya da yazdığım metinler mi? cevap bulamayışım memnuniyetsizliğimden mi?

zor şey memnun olmak, mutlak doğruyu bulmak lazım sanki memnun olmak için, istediğin şeye ulaşmak, olsun dediğin şeyin olması, beklentinin karşılanması hep bir memnuniyet sebebi mi acaba? bu mudur?

herhalde budur. o kadar uzun zaman oldu ki içten bir memnun oldum demeyeli ya da memnun hissedeli kendimi
bu ara fazlaca memnuniyetsizim
sırf memnun olabilmek için
memnun ve memnuniyetsizliği anlama derdindeyim.
mem'deyim şimdi , içimdeki mim'de gibi
yakın vakitte tamamına ermek dileğiyle
memnuniyetsiz...

3 Haziran 2011 Cuma

sakin

sakinledim.
üzerimde tozlu bir örtü vardı kaldırdı biri.
off nasılda toz tıkadı burnumu.
nefes alamayacak gibiydim.
cam açtım sonra.
baktım dışarıya , bahar gelmiş geçmiş. yaz denilen mevsime dalmış doğa
kış uykusunun bilmem kacıncı yılında küçük bir ayılma yaşıyorum sanki şimdi.

sakinledim biraz
huzura da yakınım sanki.
asıl sorular ve sorunların varlığından haberdar olmak için uyandım.
yeniden derin bir uykuya dalmamak dileğiyle açtım gözümü

dağınık düşünceler, birbiri içine geçmiş istekler

şimdi ağızda kocaman bir "hayırlı olsun" sözü...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

gülelim istedim




niyeyse annem geldi aklıma

15 Mayıs 2011 Pazar

eski sevgiliye içsel mektup




hey eski sevgili
sana laflar hazırladım ve inan sen cidden ...
yazmam yazmam diyordum ama tutamıyor insan işte, aha böyle kusuyor.
şimdi içimdekileri nerene çıkaracağımı bilemeyerek başlıyorum söze.

gittin,
aslında hiç şaşırtmadın.
sesindeki rahatsız, tedirgin, ben şimdi ne diyeceğim hissini daha ilk alo da almıştım .
bana kendini bu kadar tanıtmışsın işte.
lan ne diyeceksen söylesene, madem ürküyorsun dediklerinden ne söylemeye kalkıyorsun. adam ol yahu. neyse istediğin , derdin söyle.

komiksin, senin şimdi sana üzüleceğin bir şey söyleyeceğim diyerek başladığın ama tamamlayamadığın cümleyi ben ne kadar kolay tamamladım, gördün. ama komiksin cümlenin noktasını bile koyamayan komik bir adamsın.

hiç eğlenceli değildin ama bu sefer cidden eğlendirdin.

durup durup birden canlanışın, dost yüzlü gözüküp bir yerini avuçlamaya çalışan bir adam olarak sürekli hayatımın içine soktuğum içinse bende bir salağım , ki sen bunu biliyorsun.
affedici, anaç tavrımı kesip atamadım. sense bu boşluğu hep kullandın, bu bakımdan zekiydin .

üzülme tamam mı dedin.
üzüldüm evet ama gidişin değildi canımı sıkan.
ben gideceğini bile bile kabul ediyordum seni evime.
biliyordum senin kolayı seçeceğini...
daha önce defalarca yapmıştın bunu. kedi bakışını takıp gelmiştin. ya arkadaştık ya dost ya sevgili. ömrümün 7 yılında kurtulamadığım, kurtuldum sanıp gene sahiplendiğim bir varlık...


keşke hiç tanımamışım diyebilseydim seni.
keske ah hiç bunu beklemezdim diyebilseydim. ama hep beklendik şeyler yaparak ne kadar klasik bir adam olduğunu daha kanıtlıyorsun bana.bense ders almayı bilemeyen bir saf olduğumu anlıyorum senle yaşadıkça.

seviyorum demekle sevilmediğini gösterdin bu bakımdan da teşekkür etmeliyim sana.

telefonu kapatırken kendine iyi bak dedin. ki bilirsin nefret ederim böyle durumlarda bu sözden. ya da aq harbiden sen beni tanımamışsın bunu söylediğine göre, yuh aq.

öyle ürkek bir kendine iyi bak'ı ağzından çıkarıp ne oldu şimdi?

kalsaydın madem bu kadar iyi olmamı istiyorsan
kalıp sen baksaydın bana iyi, götün yemedi değil mi?

ah penisle adam olunsaydı sözünü çıkarıyorum ağzımdan ama karşımda bir adam bulamıyorum.

haklı olduğun yerlerin var. ama benim haklı olmuş olmamın canını sıktığını görüyorum gözlerinde.

eski sevgiliye sözler hazırlamak
eski sevgiliden dost olmaya çalışmak
eski sevgili
gibi tanımlar arasında gülerek gezinirken bu mektubu yazacağımda aklıma gelmemişti. bana bunu da yaptırdın ya, valla ne diyim, bilemedim bir şey.

yalnız eski sevgili sen cidden ürkek bir götmüşsün. bu böyle yalnız bırakılan bir kadın cümlesi değil inan. ben değil herkes bunu düşünüyor. götsün adamım, sazının uzun sapı sana girsin. bence en büyük keyfi böyle alırsın hayattan.

"kendıne iyi bak" sözüne kardeş bir "teşekkür" dudaklarda şimdi.

ben sahiplenmek istemiyorum.
isteyen istediği yerine alsın, kullansın.
kendime de iyi bakmıyacağım ayrıca.
kendine iyi bakmayı seçenler mutlu olsun.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

hamur

keske yalnız benım ıcın sevse benı

benden de bı bok olmaz
kadın ınsan adam bır baltaya sap
ureten calısan dusunen...
bıt pıre ekmek un
hamur
bısı olmaz benden
oysakı hamur kadar kabarıp cogalan bır kadın olmaktı dılegım
dıleklerı dılemeyı unuttum
gecmıste kaldı bu eylemlerım
ben sımdılerdeyım


hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

sevebilme ihtimallerimiz üzerine kafa yormayalı zaman olmuş sanki.

değişime uğramış kalbimiz mesela, organlarımız da büyüyor bizim gibi. ama içleri başka şeylerle o kadar dolu ki, arada içine almaları gereken şeyleri kabul edemiyorlar.


kalbim sürekli kan pompalıyor. unuttu bir çok şeyi.
keşke beynimde unutsa, anılar filan yakılıp yıkılsa...

yıkıldım, düştüm dediğimizde sesimizi duyanın olmayışına bile alışıp kendi düştüğümüz yerden kalkan bizlerin yaralı elleri sadece yara almak için var olmasa güzel olur muydu ki?

bir şeye değer vermek, bir şeyi sevmek...

adam kadın değil sevilmesi gereken
hayat mesela
bir sokak adı bir çiçek kokusu
alınan kekin tadı, içilen çayın demi...
bunları sevmek bile zor gelince yiten nedir diye düşünmeli mi insan? beyni bunun içinde yorulmalı mı?

sorulara verilecek cevabın olmayışı ya da olup işe gelmeyişi üzerine yorumlar kusmak mideyi mi boşaltır beyni mi?

en iyisi susup bahar geldiği için çiçeği sevmeli

11 Nisan 2011 Pazartesi

gittiler


Gittiler
Zaten hiç gelmemiş gibi bırakıp evleri
Perdeler çekik
Çarşaflar temiz
Bir tek kapı bildi varlıklarını
Elleriyle dokunmuşlardı istekle
Açmak için ona…
Şimdi ise kaçar adım hızla çarparak kapadılar onu
Sanki hiç onlar açmamış gibi

10 Nisan 2011 Pazar

Kırdım

Ve simdi darmadağın benlıgım

Kendimi bilmem kaçıncı kez kırdım

Ve çözüm üretmek, özür dilemek, kırılan parçaları toplamak onları onarmak öylesine bile olsa yağıstırmayı denemedim

Bir başkası olsaydı napar eder bir şey yapardım olumlu etiketli

Ama yapamıyorum simdi

Kırdım

Kendimi sayamadığım kez kırmışlığıma ve bir daha yapmam dememe rağmen gene kırdım

Dağınık simdi beynim kablım ruhum bedenim

Bir insanı kaça bölebileceksek o kadarım işte

Yasadıklarımı kar saymanın bile hata olduğunu düşünüyorum sımdılerde

Ne yasıyorum

Amaç neydi nıcındı nasıldı… ah hepsi unutuldu

Soru cevapların karsısında daha büyük soru ısaretlerım var

Ve gene kırdım

Daha öncekilerden fazla bu sefer

8 Nisan 2011 Cuma

ölsem ne güzel olurdu oysaki

ölsek ne güzel olurdu
bahar depresyonu mu acaba dıyorum
yok dıyorum daha oncekıne benzemıyor
sonra ama sende daha oncekı halıne benzemıyorsun dıyorum
kafam karmakarısık ama ölseydık ıyıdı dıyorum hala

ölmk ıstıyorum, birşey yapasım yok
zaten yasşamımda cok gereksız gıbı
kendımden tıksınıyorum
sevebılecek hıc bısıyım kalmadı gıbı
zaten hıc yoktular galıba
oyle ıste
garıbım

4 Nisan 2011 Pazartesi

gir çık, gir çık, git gel , git gel ay gene gel

olan bitenlerden sonra, en gereksiz ya da gerekli en doğru ya da yanlış artık her ne ise , bir garip özelliğim var, huyum var. olan bitenlerin nedenlerini sorgulamak... ne yitirdik neyimiz kaldı neden oldu nasıl oldu niçin oldu, olmasına kim neden oldu başlıkları altında çıkan sonuçtan kendimi sorumlu tutarım. bak gene öyle bir hal içindeyim

neden oldu, nasıl oldu, kim vardı kim kaldı...

birileri giriyor hayatıma ya da girdiklerini sanıyorlar. kız erkek fark etmez. zaten cinsiyet yok ki dünyanda sadece insan var... neyse

giriyorlar hayatıma, kendilerinde bir yer düşünüyorlar, bir yerde tutulduklarını sanıyorlar hayatımda sonra bir şeyler oluyor, yine kendi kendilerine hayatımdan çıkmak istiyorlar, uzaklaşıyorlar ya da daha fazla yakınlaşmayı planlıyorlar. ama sormuyorlar ki, kadın sen ne istiyorsun?

kimseye sözüm yok, kimseye yaparım kesin dediğim bir şey yok. kimseye sensiz olmam da demedim, kimse bensiz olmasın da istemedim.
,sadece bir şeyler paylaşalım istedim, sadece şuan var olalım. zevk alınan şeyi yapalım. şarkı mı şarkı dinleyelim, sohbet mi sohbet edelim, kötü günde yanında mı olalım, olalım. istediğinde var mı olalım, olalım

ama sonra bir bakıyorum yaptığım onların istediği olduğuna rağmen yine de yaranamıyorum. ne yapmalıyım ki, cidden bilmiyorum. işin içinden çıkamıyorum. kimseye bana ters olmasına rağmen yeter be, sen ne diyorsun, hayır ya saçmalıyorsun demediğim, onlara sırf o an bunu istediler diye ayak uydurup ve alttan alttan güzelce böyle olmamasını gerektiğini bildiğimi söylememe rağmen yaranamıyorum.

karar verdim , hayatıma girmelisin sen diyen 10 dakika sonra hayatımda olmamalısın hadi güle güle diyor.

yapmayın bana bunu artık yeter.
zaten uzun süredir kendimleyim, her şeyden çok sıkıldım. kendimden yeteri kadar soğudum. kendimi bile terk edemezken insanların girip girip çıkmalarından bıktım.

gir çık gir çık,git gel git gel
her gelende aynı eylem
acaba ben mi seçemiyorum doğruyu. oysaki doğruyu da aradığım yok, sadece bu an iyi olsun istiyorum ama saolsunlar o anı bile bana haram ediyorlar.

o yüzden en iyi ki peyk dinlemeli, susmalı artık kapıları kapamalıyım. zaten içimdekiyle yeteri kadar dolu, boş,iyi kötü yaşıyorum. yeter!


3 Nisan 2011 Pazar

Hotaru no Haka- grave of the fireflies

uzun süredir film izlemiyordum. evdeki eski cdlere göz atarken bir hazine ile karşılaştım, onlarca film...

grave of the fireflies adlı ateşböceklerinin mezarı olarak türkçeye çevrilmiş enfes bir anime beni bekliyormuş yıllardır. aslında önce kız kardeşimle göz attık, hatta ben lan bilnur 1988 yılı yapımıymış, senle yaşıt film demiştim, acı kokusunu hissetmiş ama pek önemsememiş göz atıp bir kenara kaldırmıştım. uyuyamıyorum ya bu ara, can sıkıntısı gece 2 gibi başladım izlemeye


Grave of the Fireflies (1988) Trailer Kelebegin_Gunlugu

fillerin altında ezilen çimenlerdenseniz ya da insansanız ve çimenlere değer veriyorsanız, çok tanıdık bir hayata göz atmak için izleyin, izlemiş olmalısınız zaten bu güne kadar... geç kalan benim

durun ben gene izleyeyim, belki setsuka'ya şeker uzatırım, ölmesine engel olurum

eski albümlerden medet ummak



eskilerde ne var acaba diye baktım bir haftadır eski fotoğraflara, eski albümlerden medet umdum hatta.

belki gördüğüm bir yer, insan bir kocaman anının içine atar beni ve mutlu olurum diye düşündüm

sosyal paylaşım sitesi adı altında asosyal bünyelerin tüm gün vakit geçirdiği siteye eski fotolardan albümler yaptım

2006 yılında gittiğim kazıya dair fotoğraflara bakıp eski arkadaşları yad ettim, eski fotolarıma bakıp ne kadar genç mişim dedim ve dahası
ama hiç birinde kocaman bir mutluluğun içine dalamadım daha çok hüzünlendim.

hüzün ki en çok yakışan şey bize dedim sonra

yakışan ne bana bilemezken , bilinmezliğin içinde nedir özel anlamı bilmediğim bir şarkıya takıldım...

en iyisi dinleyelim, eski albümleri yakalım.
her şey geride kaldı deyip susalım

11 Mart 2011 Cuma

gülen insanlar, gülenler, güldürdüklerim, güldürmeyi seçtiklerim...

gülmek nedir diye düşündüm bugün. neydi gülmek? ağzı iki yana uzayacak şekilde büyüterek açıp, içten gelen garip ama şen bir ses çıkararak anlam kazanan eylem miydi sadece ya da daha ötesi mi vardı.

eskinin türkçe sözlük 'lerinin yerini alanm ekşi , itü sözlük gibi sitelere göz attığımda hoşuma giden bir kaç tanım avrdı. önce onu paylaşasım var sonra ise neden gülmek nediri sorguladığıma gelicem, haberin ola.

itü sözlükte biri;
"yapılan bir araştırmaya göre insanların karakterini ele veren, duyguların dışa vurumudur.

maymunlarınkine benzeyen yüksek sesli ama kesik kesik gülüş: kendi şanslarına ya da başkalarının talihsizliğine gülerler. çoğu zaman başarısızlıktan korkarlar.

uluyanlar: kontrol edilemeyen, histerik gülüş, ilgi isteyen, bazen de hastalıklı kişiliğin belirtisidir.

at gibi horuldayanlar: ağızları kapalıyken, burun deliklerinden hava çıkararak kısa, yüksek sesli gülenler züppe bir kişiliğe sahiptirler. başarısızlık korkusu yaşarlar.

hafifçe ve alaycı gülenler: etrafındakilere sempati duymayan, hissiz, ham kişilerdir.

yüksek sesli, sıcak kahkahalar atanlar (gülerken göbekleri titrer): açık sözlü, güvenilir, sempatik ve sosyal insanlardır.

bıyık altından gülenler: içlerine kapanık görünüşlerine rağmen düşünceli ve iyidirler. bilmişlik taslayarak yanlış izlenim bırakabilirler.

kıkırdayanlar: kıkır kıkır gülenler flört etmeyi sever. etrafa sürekli cinsel mesaj vermekten hoşlanırlar. açık sözlü, güvenilir, sempatik ve sosyal insanlardır. " yazmış, demek ki kocaman sesli sesli gülen ben açık sözlü, güvenilir, sempatik mişim. düşününce sanki öyle ha

ekşi de ise;"gülmek mutlu olmakla nekadar örtüsür bilinmez ama anlik mutluluktur.bazen de bir tepkidir.cogu zamanda kendini asmak,kabugunu kirmak,basarmaktir.ne mutludur, en zor anlarda bile gülmeyi,gülebilmeyi basana..." demiş biri...

aziz nesin'de bir fikir beyan etmiş zamanında "gülmek, gülünen kişiye, yani gülünç olana bir toplumsal baskıdır. bizi güldüren şey, güldüğümüz kişide bulduğumuz eksikliklerdir. işte kişideki bu eksiklikler, o kişinin, toplumuna, sınıfına, çevresine uyarsızlıklarıdır...
gülmece yoluyla, gülünç olan üstüne toplumsal baskı kurulur. bu baskıyla gülünç olanla alay edilerek, onun kendisini istenilen doğrultuda düzelterek, uyarlanarak alaydan kurtulması istenir. gülmecenin dünyanın ilerlemesinde, elbette moral ilerlemesindeki işlevi budur."

neyse gerisini açıp okuruz zaten , biliyorsunuz
öze gelelim, asıl sebebimize.
güldürmeyi seviyorum biliyorsun, gülüyorum da seni güldürürken.
çevremdeki her insan gülsün, anlıkta olsa mutlu olsun eğlensin istiyorum

ama bugün bir şey anladım ki sanırım biraz yoruldum bu eylemden. yani hep diğerleri gülsüncülükten...

biriyle konuştum biraz önce, güldürmek için onu götüm çatladı, hatta kastırdım bolca saçmaladım
ama konusmanın sonundaki sessizlik canımı sıktı, sıkılan canım yorgunluğumuzu anımsattı.
insanların boş beleş gülüşmelerine artık sanki ihtiyaçım yok ha, aq gülmeyiversinler, güldürmeyeyim oldum bir an...

ben güldürmesemde birileri çıkıp güldürür nasılsa, hiç olmadı komedi filmleri, cem yılmazlar onlar bunlar var...

ben olmasamda olur.
peki beni asıl ne güldürüyor?
neye gülerim ben aslında, bunu insanları güldürmeye uğraşırken ki düşündüğüm kadar düşünüyor muyum? hayır !

bugün en azından bir kaç gün kimseyi güldürmemeyi hedefliyorum.
gülmeyelim, bakalım kaç kişi kalacağız

7 Mart 2011 Pazartesi

ah bu ben, ne yapmalıyım seni?

kendi kendime kafamı, ruhumu karıştırıyorum. oysa ki yapmayacaktım bunu, öyle karar almıştım ve uyguluyordum da başarılı bir şekilde.

ah benim insanları düşünen, ağlama duvarı olmaktan sıkıldım deyip ağlayana omuz olan tarafım,
ah benim yalnızım diyene sarılan kollarım,
ah benim kendince günah olduğunu bildiğim şeylere sırf birileri mutlu olsun diye ayak uyduran yanlarım,
ah benim aslında delice sevilmek isteyen kalbim,
ah benim olmayacağını bile bile amin dediğim dualarım,
ah benim bir umut belki olur diye bile içimden geçirmeden daldığım meseleler, olmayacağını bile bile adım atışlarım,
ah benim asla benim olmayacak adamlara tutunan ellerim, yüreğim,
ah benim hayal edip isteyen, planlar yapan, rüyalandıran beynim,
ah benim kanmayı, kandırmayı seven, sevdiren insanlığım
ah benim günahım, sevabım, isteğim, arzum,
ah benim bastırdıklarım, bastıramadıklarım, gizleyip saklayıp bazen olmadık zamanlarda olmadık kişilere yansıttıklarım,
ah benim bedenim , bir türlü sevemediğim,
ah benim ruhum, ağzına sıçıp , arada kirletip sonra temizleyip yeniden yeniden yıprattığım


bak gene bir deliktesin, kendi kendine girdin.
durup dururken garip bir oyunun, kandırmaların içindeyim.
yok artık bu son kandırma derken gene başardım anlık, günlük kandırılmalara dalmayı.

bakalım ne zaman ayılacak ruhum, bu gereksiz kandırışa ne zaman son verecek?

26 Şubat 2011 Cumartesi

kırgınım saçılmış bir nar gibi...






Kırgınlık, kırılma ve kırılganlıklara dair aklımda bir şarkı, bir şiir ve bir metin ile doluyum bugün. nereden esti aklıma onu bilebilmiş değilim. üzerimde bir kırgınlık, kendime kırgınlığımı, insanlara karşı kırılganlıklarıma dair uyanışlarım var gibi...

bildiğimiz şeyler ama paylaşmalı, bir eflatun ölüm'de dediği gibi "kırgınım saçılmış bir nar gibi..."
ve resimde küçük kızın yanında yazan murathan mungan şiirindeki gibi "saldırgan diyorlar bana ,oysa kırılganım ben"

ve en son kırılganlar için yılmaz erdoğan'ın bir yazısını paylaşmak lazım tamda şimdi;

senin asıl adın kırılgan. alnında yazıyor... gözaltlarına işlenmiş hatta mor alfabesiyle hüznün...

sen... ağlamaya bahane istemeyen, her daim insan gibi hıçkırabilen... profesyonel incinen... kırılgan.

zor günler değil mi? kaba saba günler.. sen, sana söylenen cümlelerin her virgülünde bir nakış zarafeti ararken, sinir sistemi olan hiçbir canlıyı yemezken sen, ne zor günler değil mi?

sokaklar sana göre değil. bu konuşmalar hatta bu türkçe bile sana göre değil.

hiçbir cadde düzenlemesi sana göre yapılmamış. sen hesapta yoksun kırılgan! bütün hesaplar ortalama insan üzerine yapılmış. seçen, seçilen ve seçmen onlar... onlar bir yolda ağacı ya da yeşili şart koşmuyor. geçebilsinler yeter. ya da bir yemekte sanatsal bir şıklık aramıyorlar. doysunlar ye ten.. oysa sen öyle misin ya? sen önce en az on dakika izlemelisin şarabın kadehteki duruşunu! nasıl mu cizevi bir kırmızı olduğuna şaşarak ama şarabın -kırmızısın elbette- aşkın meyi olmasını uygun bularak...

kırmızı çünkü, daha ne olsun!

acının renkçesi!

oysa şarap deyince onların aklına sur dibindeki keşler geliyor. hoş sen bahsettikleri keşleri de, kendi yaşamsal alanlarında mutlu insanlar olarak görüyor sun. iğrenmiyorsun. herkes mutluluğun peşindeyse eğer, onlar bizden bin şişe daha yaklaştı mutlu sona diye düşünüyorsun. çünkü her şarap ehli biraz kırılgandır bunu biliyorsun.

ölüleri seviyorsun sonra... şiir yazmış yazmamış, kat yapmış yapmamış, bomba koymuş koymamış bütün ölüleri seviyorsun. ölülerden hınç alanları anlamı yorsun. nasıl oluyor da teröristler ölü olarak ele geçiriliyor anlamıyorsun. peki bu ölü olarak ele geçirilenler ne olarak gömülüyor! bir terörist öldükten sonra da terörist midir? bir ölü nasıl terör eylemi yapabiliyor?

insan öldüren ölüler mi var? korku filmi mi çeviriyorsunuz yoksa benim devletin artık reenkarnasyona mı inanıyor? bir idam cezasını kaç kez infaz edebileceği sanıyorsunuz ki? neden gencecik, çürümüş ölü bedenleri yanyana dizip dünya aleme gösteriyorsunuz? neden, en azından ölü genç kızların üstünü örtmüyorsunuz? onların çıplaklığı sizi utandırmıyor mu? neden? ölülerden ne istiyorsunuz? önce düşmanı vurup sonra mezarı başında böğüre böğüre ağlayan kahramanlar yaşamayacak mı bir daha? reenkarnasyon onlar için geçerli değil mi? ölüleri rahat bırakın. onlara saygılı davranın. onlar öldü. korkacak bir şey yok artık. bu kardeş talanında hepsi bizim bahçemizin çocukları değil mi?.. ölen, öldüren... madem ki bu öl meler öldürmeler bitmiyor, bari gelin ölülerimizi aynı saygıyla gömelim. matemimizde ortak olalım. ağıtlarımız kardeş değil mi artık yoksa? birbirimize taziye ye gidelim. ağlayıcı kadınları olalım anlı evlerimizin!

boşuna bağırıyorsun kırılgan, duymuyorlar. zaten biraz daha bağırırsan sana da terörist diyebilirler. oysa sen sinir sistemi olan hiçbir canlıyı yemiyorsun bile. farketmez, çünkü onlar o kadar çok bağırıyor ki kendi seslerinden başkasını duymaz olmuşlar.

senin asıl adın kırılgan. dudaklarının titrekliğin den belli. yanlış ülkenin hatta yanlış dünyanın zamansız gelmiş çocuğusun sen. öyle tuhafsın ki her ölüme ama her ölüme ağlıyorsun... zalimin de mazlumun da acı sonu seni aynı oranda üzüyor artık. hatırlıyorsun

hala çavuşeskunun cellatlarının karşısındaki çaresizliğini... ve tanrı kamerayı yarattı diyorsun kendi kendine. yaşasın artık istediğimiz kadar zavallılaşabilir ve bunu gizli veya apaçık kamerayla tesbit edebiliriz! çünkü artık her boydan her çeşit kameramız var. görme duyunuzu -ki en kolay kandırılandır- bütün da yularınızın önüne çıkarabiliriz artık! yaşasın, dünyamızı istediğimiz kadar iğrençleştirebiliriz! bir tabak popcorn eşliğinde infazları seyredebiliriz!

yanlış kameraya konuşuyorsun kırılgan, seni çekmiyorlar. dedim ya sen hesapta yoksun. bu televizyon haberleri, programlan senin için yapılmıyor. reyting hesaplarında sen yoksun. sen yaşamıyorsun kırılgan. bunların tümü onlar için yapılıyor. onların sevdiği program, onların sevdiği haber yapılıyor. bir haberi sevmek ya da sevmemek ne demektir sen anlamıyorsun ama, onlar anlıyor.

sevmek... sihirli kelimeyi kullandım galiba? duyunca yüzünden gri bir bulut geçti de... hangi yağmura gidiyor acaba� seni en çok kıran sözcük değil mi?

sevgi.. sevmek... birini, bir şeyi, bir yeri sevmek... vatanı sevmek mesela. bunu da çok anladığın söylenemez değil mi? yani eğer bu, istanbul dışında istanbulsuz yapamamaksa, boğaz�da bir balık-rakı akşamı nın hasretiyle kederden gebermekse mesela isveç�te, söyleyecek bir şey yok galiba, tam olarak böyle değil istedikleri. evet evet onlar istiyorlar... senin sevgini tartıyorlar. vatanı onlar gibi ve onların istediği kadar sevmen gerekiyor. aslında görülmez bir yazı yar sınır kapılarında yurdun. sevmek mecburidır! sevmeyen defolsun gitsin!

sen de bağırıp sevmenin mecburiyeti olur mu, mecburiyet diye bir sözcük kullanılır mı yürek mesailerinde? bu toprak parçasını sevilecek bir yer yapalım önce!. ve sonra kimsenin seni duymayacağı bir kuytuya saklanıp, belki de iki damla gözyaşı eşliğinde ve muhtemelen ikinci rakı dublesinden sonra -ki şarap aşkın içkisiyse rakı da hasretindir- sızılı bir cümle düşüyor ağzından yere:

ey benim üç tarafı hüzünlerle çevrili yurdum, umrunda mı bilmiyorum ama, seni seviyorum.

aslında sen iyi bir adama benziyorsun kırılgan. kimseye bir zararın yok en azından. ne acı değil mi, zararsız olmak iyi olmaya yetiyor. çünkü etrafta bir sürü yaşam zararlısı var ve tarım bakanlığı henüz bunlara karşı ciddi bir tedbir almış değil...

yani diyeceğim şu ki kırılgan, bu kadar takma kafana... hiçbir şeyi de üstüne alınma. çünkü dedim ya, sen hesapta yoksun: hiçbir şeyi seni düşünerek yapmıyorlar! ne televizyonları, ne gazeteleri, ne savaşları..

senin asıl adın kırılgan. alnında yazıyor!

23 Şubat 2011 Çarşamba

o mavilik derdi

beni uykudan uyandırır uyandırmaz
dünyanın bütün huyları yüzünde
ben bunlardan birini seviyorum en çok
sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa
tutsam tanelerini
sevincin gözyaşları derdim buna.

bir süre bakışıyoruz karşılıklı
ben uykudan uyanır uyanmaz
benimle şiir gibidir bu
tam karşımda ama yazılmamış
durmadan bileniyor aklımda.

seni unutarak baktığımda bile
dünyanın her yerlerinden geçiyorsun
yayılıyorsun kalabalıklara
yalnız yayılmak mı
aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna.

özlenirsin, alabildiğine varsın da
daha da var oluyorsun gün günden
olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla
bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
bir kuş olsa mavilik derdi buna.


edip cansever'i yad etmeden olmazdı bu akşam

19 Şubat 2011 Cumartesi

geri dönüşüm kutusu olurken bir yandan da tek kullanımlık güzin abla olmayı başarmak


























nedir bu geri dönüşüm kutusu ve ne alaka güzin abla? diyeceksiniz. demesenizde ben anlatayım. ne derler, "içimden çıksın"

kendimi tanımlamak için kelime, deyim, tanım cümlesi, sıfat seçmeye kalksam sanırım sadece iki tamlama yeterli olucak. birincisi" geri dönüşüm kutusu" diğeri "tek kullanımlık güzin abla".
güzin abla rahmetli oldu, kızı işi aldı eline, yazıyor köşesinde parayı götürüyor. bir de benim durumuma bakalım. bakalım nedir bu tek kullanımlık güzin abla ile demek istediğim ne?

nasıl becerdim nasıl ettim bilmiyorum belkide genetik, mahallenin gülşen ablasının kızı olarak daha ortaokulda başladım bu işe. ergen sıkıntıları dinleyen, yardım için çabalayan bir kız oldum. kendi ergen sorunlarımı ise kimseye anlatamadım. hatta sırf bu yüzden gülümseyen, eğlenen ama kendinden delice nefret edip kendini sevmeyen ve hatta kimse tarafından sevilmediğini düşünen biri oldum.
lisede bu işi abarttık , kol başkanlıkları, sınıf başkanlığı derken alt sınıflarla bile bir diyalogum oldu, tanımadığım insan yoktu ve özellikle kızlar dertleri olduğunda yanımda oluyorlardı.
üniversite de durumun devam etmediğini söylesek yalan olur. biraz anaç bir tavrım ve hatta bedenim var sanırım. devlet yurdunun 8 kişilik odasındaki hatunlar yetmiyor diğer odalardan kızlar gelip sohbet ediyor , sıkıntılarını bana anlatıyor bende hepsini yutup , emip onlardan yok ediyordum. hatta o daracık yatağa ben bile sığamazken annesini özleyen gelip bana sarılıp uyumak istiyordu o yatakta. bu da oldu, sırf onlar mutlu olsun diye izin verdim beraber uyuma eylemine... ama kimse sormuyordu mesela artık iyice sıyırıp saçımı kendi başıma keserken, derdin nedir senin diye...

sanal ortamlarda da bir çok kişiyle tanıştım, kadını adamı... benden yaşça küçük ya da büyük olanları. bir şekilde ortak paydada buluşup sohbet eder olduk ve hatta bazıları ile sanal alem üzerinden iletişimler yetmedi. telefon numaraları alınıp verildi. şimdilerde gecenin bir yarısı aranıp derdi anlatılan, yaşadığı iyi , güzel ya da can sıkıcı şeyler anlatılan insan oldum. ama kimse sormadı "niye sen nasılsın dediğimde aynı ya ye iç yat diyorsun? başka bir şey olmalı ya da böyle olmamalı ..." diye.

güzel bir şey tabi beni yaşadıklarını anlatmaya değer görmeleri. sürekli dert dinlemiyorum tabi, mesela şu kız şunu yaptı acaba sevgilisi var mı şöyle mi yapsam böyle mi konuşsam? yok şunu mu yapsak , böyle yapsak daha mı iyi olur falan filanlar...

aslında pek rahatsız da olmuyordum geçen akşama kadar.

insanlar arıyordu beni. sırf onlar istediklerinde ben karşılarında oluyordum.sırf onlar bir şey paylaşmak istediğinde beni arıyorlardı ve anlatıp rahatlayıp telefonu kapıyorlardı. hani itiraf com'a nick altına gizlenip yazarsınız ya yaptığınız en sapkın, en salakca, en uygunsuz ya da en güzel şeyleri. ve İÇİNİZDEN ÇIKAR ya bişiler. BOŞALTIRSINIZ ve RAHATLARSINIZ... ama yetmez işte bazen insan nick altına gizlemeden boşaltmak ister, kimi GÜNAH ÇIKARMAK kimi AYNAYA BAKAR GİBİ YÜZLEŞMEK KENDİSİYLE, kimi ANNE BEN KÖTÜ BİR ŞEY YAPTIM BUGÜN, AFFET BENİ kimi EVET SEVİYORUM AMA SÖYLEYEMİYORUM NAPSAM Kİ vb durumlar için bir telefon uzaklarındaki beni ararlar. arasınlar tabiki lafım yok şimdi bunu yazıyorum ama şi,mdi biri arasa gene açar efendim der dinler, konuşur , telefon kapanınca da hiç bir şey olmamış gibi devam ederim yaşamaya.

ama bazen sıkılıyorum ya da sıkılıyormuşum geçen akşam anladım. sürekli konuşmadığım, hayatı hakkında pek bir fikrim olmayan biri aradı.nasılsın iyimisinler geçtikten sonra yapmayı planladığımı bir şeyi ve heyecanını paylaştı benle. sonrada hadi görüşürüz dedi ve kapadı. elimde kapanan telefon dondum kaldım. çok isterdim biri şak diye bir tokat atsaydı da ağlasaydım.
ne bu şimdi dedim.nedir şimdi yani amaç neydi? sekreter miyim, kankasımıyım, ağlama duvarı, boşalma aracı, pandora kutusu mu? hani uzak doğu da bir inanç var böyle kayaların ortasında delikler olur ve insanlar gider bir sırlarını oraya söylerler. delikten içeri fısıldarlar. sanırım ben de öyleyim. insanlar buz gibi sokulup bana içindekileri fısıldayıp gidiyorlar. ama unuttukları bir şey var. bende yaşıyorum.belki onlarınkinden çok basit çok sade çok farklı ya da onlarınkinden çok anlamsız ama bunlar yaşamadığımı göstermez bende yaşıyorum ve bazen sırf boşalmak için kullanıldığım hissi canımı acıtıyor. TEK KULLANIMLIK ÜRÜNLER GİBİYİM . istediklerinde arıyor, duymak istediklerini duyuyor ya da gerek gördükleri önerileri alıp kapatıyorlar suratıma...



gelelim geri dönüşüm kutusuna.
insanların hayatlarında bir geri tuşu varsa eğer benim zamanında hayatıma giren kişiler ne zaman o tuşa bassalar akıllarına ilk ben geliyorum ya da o geri tuşu raporu geçmişten gelen insanı en çabuk kabul edip hayatına YENİDEN alıcak kişinin ben olduğunu söylüyor sanırım.

iki haftadır tanımadığım bir numarayı telefonda sürekli arıyor modunda görüp ilgilenmeyişime bir mesaj açıklık getirdi. oysaki tanıdığım biriydi ama geçmişte kalmış olmanın sıfatı vardı üzerinde. daha lisans 3 sınıftayken sanal alemlerde yalnızlığı paylaşma derdine düştüğümüz dönemlerde tanışıp bir insandı. sonra konuştuk, neden bunca zaman sonra aradığını merak ediyor insan ister istemez. geri tuşuna bastığında ilk aklına gelen benle YENİDEN DENEMEK istediğini söyledi. işteo an hayatım bir film gibi geçmese de bir çok sahne bir isim bir çok anı şak şak şak önümden geçti kimisi tokat misali vuruldu yüzüme. ve yuh dedim nedir bu yani. eski ürünleri getirin belki burada değerlendirilir mi yazıyordu kapımda. insanlara nasıl bir rahatlık veriyorum ki onlar yeniden geldiklerinde yeniden hayatımın içine girebileceklerini düşünebiliyorlar.
bak gene kendimdem nefret ettim.

nasıl bir insanım ki rahatlıkla çalabiliyorlar kapımı. "hahaha biz geldik, hani bir sevgi vardı ya zamanında aramızda. ben düşündüm taşındım, değiştim, şöyle etrafıma baktım, senin gibi yok geri döndüm, hadi başlayalım "

yazının özü, sözün kısası;sadece iki özelliğim var insanlar için. geri dönüp iki güzel söz duyabilip kendilerini kandırabilecekleri insan kalbi, tek kullanımlık güzin ablalık yapacak, ağlanılacak omuz, saç okşanacak el...

hatırlatmak isterim ki bende insanım ve artık eskisi kadar iyi olasım yok.

16 Şubat 2011 Çarşamba

?

susuyorum.
bilmiyorlar ki niye?
gülmelerimde mi azaldı ne?
bir simit bölüştüğüm zamanlar nerede?
bir filme ağlayıp bir şarkıyı mırıldandığım?

sorularım var, cevabı aslında belli.
cevabı çok bilindik.
cevabı kesin doğru.

ama korkularım var,
çokca şüphelerim.

inandıklarımla , yaşadıklarım,
inandırıldıklarımla, yaşamak istediklerim...

ah, çok mu karışık?
peki dönelim sorulara,
hani içimde dolaşanlara.

neydim ben?
ne kadarıydı sunduğum size?
ne kadar sevdim ve ne kadar sevildim?
yitirdiğim inançta sizin sevmelerinizde var mıydı?

şimdiki gelişleriniz neredeki kadına?

ne o sustunuz?
susmaların arasına gizlediğiniz cevapları çıkarmamı ister misiniz ağzınızdan?
hani der ya yılmaz erdoğan; Almak ister misin dilini sokup aklıma
Sana ait olan herşeyi bir nefeste
Bir göz yumma anında
Bir soğuk telefon konuşmasında
Geri alabilir misin ?
Seni benden geri alabilir misin?
Kovabilir misin beni senden?

ne o bilir miydiniz bu şiiri?
kaç şiir yazdırdınız bana?
peki kaç şaire yakın acılar çektirdiğiniz kendinize ya da bana?

edebi dillere gerek yok muydu?
argo muydu lisanımız yoksa?
hani aşk vardı ve tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırdı?

yok mu lisanınız?
lal mı olmalıyız?
ne diyorduk başında,
susuyorum,
bilmiyorlar ki niye?

işte bu anlamsız bakışlarınızın sayesinde...

gelmedi

gelicem dedi gelmedi,
zaten geleceği vakti kesin dememişti.
bizimkisi bir umut,
bir sonraki saatlere bıraktım kavuşmaları.
ama o 24 saatin hiç birinde, geleceğim dediği yere gelmedi.

15 Şubat 2011 Salı

choke (tıkanma)













































fight club isimli eseri ile tanidigimiz chuck palahniuk'un kitabı. belki de bir çoğunuz onu okuyalı uzun zaman oldu. bense ancak elime alabildim işte...

temelde ;annesinin tedavi masraflarını karşılayabilmek için tıp eğitimini yarıda bırakıp, ünlü restoranlarda boğulma numarası yaparak sahte kahramanlar yaratan ve geçimini onları sömürerek sağlayan bir anti-kahramanın, sekskolik bir adamın hikayesi.


'eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. kendinizi kurtarın. televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır. burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. sonra her şey daha da kötü olacak.'' diye başlıyor.

kitap hakkında duyduyum şeyler ve bu uyarı hiç beni korkutmadı niyeyse. hatta yakın arkadaşımın "boş , itici kitap okuma yea" deyişi bile bir adım geri attırmadı

neyse

aslında kitaba dair bir şeyler yazacağım ama öncesinde aha işte budur dedirten kısımlarından alıntı yapmak istiyorum;

"acı çekmeyi seçtiğiniz zaman işkence sadece işkence, aşağılanma da sadece aşağılanmaktan ibarettir." işte hayata dair ne kadar gerçek bir söz, hele ki bir çok şekilde olan biten en küçük şeyi bile eziyet, acı gibi gören ben için, kör göze parmak gibi mübarek söz.


evlilik nedir bilmeyen bana niyeyse pek tatlı gelen bir benzetmeye de sahip kitap;
"köpekler seksten sonra hemen kolay kolay ayrılamazlar. bir süre sıkışır kalırlar iç içe. evlilik de böyle bir şey..."

çevremdeki bazı her ne kadar ailelerinden uzak, ailelerinden farklı,ayrı ve daha iyi bir bakışları olduğunu söyleyen ama yeri geldiğinde özellikle anne sözünden kopamayan erkeklere dair bir bakış var ki , of ki ne of;

"gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek çocuk evli olarak doğmuş sayılır. bilmiyorum ama bence annesi ölene dek bir erkeğin hayatındaki diğer kadınların hepsi metres olmaktan öteye gidemez. modern oedipus hikayesinde, babayı öldürüp, oğula kavuşan kişi annedir."

kadın- erkekliğe, eşitliğe, üstün canlıya, erkek mi kadın mı liderciliğe, birimiz sikeriz birimiz doğururuzculuğa tokat mı demeli acaba?

"her şeyden vazgeçip herkesin düşmanı olup çıkmadan önce etrafınızdaki insanlar size kaç kez baskıcı ve önyargılı bir düşman olduğunuz söyleyebilir. yani erkekler birer şovenist domuz olarak doğmazlar,sonradan olurlar ve her gün binlerce erkek kadınlar tarafından bu şekilde yetiştirilmektedir. belli bir süre sonra vazgeçip seksist, bağnaz, ruhsuz, kaba ve kerizin kerizi olduğunuz gerçeğini kabullenirsiniz. kadınlar haklıdır, siz haksız. bu fikre gün geçtikçe alışırsınız. insanların sizden beklediği gibi yaşamaya başlarsınız. yani, tanrının olmadığı bir dünyada anneler yeni tanrı değilmidir? kutsal ve tecavüz edilemez son mertebe. annelik dünyada kalan mükemmel ve büyülü mucizelerin sonuncusu değil midir? ama erkekler için imkansız bir mucizedir bu. erkekler doğum sırasında çekilen bütün şu acılar ve dökülen kan yüzünden doğurmadıklarına memnun olduklarını söyleyebilirler ama kedi erişemediği ciğere mundar der. erkeklerin, kadınların başrdığı bu imkansıza yakın olayın uzağından bile geçemediği açıktır. beden gücü, soyut düşünceler, falluslar, erkeklerin sahip olduğu sanılan bu avantajlar aslında semboliktir."


bakın bir de bu var, bize dair mi sanki nedir?

"bütün bu zavallı ve delilerin burada saklanmasının sebebi, gerçek dünyada ve gerçek işlerde başarılı olamamalarından kaynaklanır. başlangıçta ingiltere'yi terk edip amerika'ya gelişimizin de nedeni bu değil miydi zaten? kendi almaşık gerçekliğimizi yaratmak için. hacılar o dönemin delileri değiller miydi? mesai arkadaşlarım olan bu zavallılar, tanrının sevgisi ile ilgili değişik şeylere inanmak yerine, özgürlüğü davranış bozukluklarında bulmak istiyorlar."

"zayıfmış gibi yaparak güç kazanırsınız. kendinizi güçsüz göstererek diğer insanların, kendilerini güçlü hissetmelerini sağlayabilirsiniz. insanların sizi kurtarmasına izin vererek siz onları kurtarırsınız. ... bu yüzden ezilen taraf olmaya devam edin. insanların üstünlük taslayabilecekleri birine ihtiyaçları vardır."

"cahillik bir zamanlar sonsuz mutluluktu. ... hayatınızda rayından çıkabilecekşeylerin hepsini fark ettikten sonra, hayat yaşanır olmaktan çıkar, daha çok beklemekle geçer. kanseri beklemekle.bunamayı beklemekle. her aynaya baktığınızda zona olabilecek lekeler aramaya başlarsınız."

"her şeyden kuşku duymamak, her şeye karşı mücadele etmemek için gerken cesareti kendimde bulabilmiş olmayı çok isterdim." bu da iç ses gibi oldu sanki ha, acaba içimzideki sesleri mi duyuyor bu adam?

aha bu da sorumluluk denen şeye dair özellikle de anne , baba olmanın insana yükleyeceği sorumluluğu bir cümleyle aydınlatacak olan cümle;
'bebek, eve köpek almaya benzemez ki... yani bebekler çok uzun yaşarlar dostum.'


filmi de çekilmiş kitabın, hatta geçen akşam gene uyuyamama nöbetlerinde sonlarına yetiştim gece yarısı bir kanalda. ama baştan bir izlenecekler arasında kendisi. kitabı yansıtmadığını söyleyenler çok, yansıtmasın. kitap yeteri kadar gerçekleri yansıtıyor, varsın film salak saçma olsun, adı tıkanma olsun yeter.

alıntılar dolu bir yazıydı, zaten bende bir alıntı değil miyim bazen...

11 Şubat 2011 Cuma

perfect day

güzel bir günmüş, yalanını seveyim senin dünya, gerçek sadece şarkılarda var, şarkılar ise biz dinledikçe var...



just a perfect day
drink sangria in the park
and then later
when it gets dark, we go home

just a perfect day
feed animals in the zoo
then later
a movie, too, and then home

oh, it's such a perfect day
i'm glad i spend it with you
oh, such a perfect day
you just keep me hanging on
you just keep me hanging on

just a perfect day
problems all left alone
weekenders on our own
it's such fun

just a perfect day
you made me forget myself
i thought i was
someone else, someone good

oh, it's such a perfect day
i'm glad i spent it with you
oh, such a perfect day
you just keep me hanging on
you just keep me hanging on

you're going to reap just what you sow
you're going to reap just what you sow
you're going to reap just what you sow
you're going to reap just what you sow

güzel günler göreceğiz çocuklar diyen üstadlara selamlar olsun.
sizin bahsettiğiniz günler sadece şarkılar, şarkılar ise benim:)

ihtimaller

hep bir uzak ihtimaller peşinde koşuyorum
bazen koşuları yarım bırakıyor adım bile atamıyorum
uzak ihtimallerin peşinde sürünmelerim oluyor mesela
ama hep uzak, yorucu,çoğu karanlık...

ihtimaller denizlerim var mesela
onlar yakın bak, taa içimde
en kısa yoldan ulaşıyorum ona
ve boğuluyorum çokca

bir ihtimal var o da ölmek mi dersin diyorum
ölmelere bile koşar adım gidemiyorum.
bir ihtimal yaşarız diyorum
dediğime kendim bile inanamıyorum.

uzak ihtimallerim var benim
uzak isimler,
uzak şehirler,
uzak başarılar,
uzak insanlar, insanlıklar...

10 Şubat 2011 Perşembe

cami var dediler geldik, peki nerede?



dün aslı sinan ben araziye çıkalım, tezim için gidilmesi gereken köylerden birine gidelişm, caminin ölçüsünü alalım, fotoğraf çekelim dedik. haberleştik kararlaştırdık. ve saat 1 arabasıyla köye gitmeye karar verdik. lakin ben onların bindiği otobüsü göz göre göre kaçırdım. ve yarım saat durakta ağlayarak güldüm, gülerek ağladım.

yarım saat sonra otobüs geldi ve otobüse bindim, sinanı arayıp yola çıktığımı söyledim. köyün meydanında beklediklerini söylediler. tamam dedim ve otobüsün içinde soru sorabileceğim bir insan aramaya başladı gözlerim. önünde küçük bir çocuğu olan kadına eski köy camisinin yerini sordum. cevap çok acıydı.
" aaa o mu? yıkıldı o, çok olmadı ama"
" nasıl yıkıldı?" diyebildim sadece , sonra gülmeye başladım deli gibi, artık köylüler ne dedi bilemiyorum.
sonra sinanı aradım.
" sinan , şimdi bir şey diyeceğim sana ama kesin delirecek , bağıracaksın. ama ne olur bağırma"
" ne oldu lan ne oldu de"
"şimdi sinan kaç tane minare görüyorsun orada, çevrende? 2 tane mi? 1 tane mi?"
"bir tane , ne oldu ki?"
" ha , işte bizim gideceğimiz cami yıkılmış, yokmuş aslında"
sonra gülüşmeler ama aslında aq deyişler içten...

sonra yarım saat gecikmeli, ulaştım bizimkilerin yanına.gidilmesi gereken bir kaç yere gittim. sordum soruşturdum 2 ay önce caminin yıkıldığını duydum. köy yakın diye 2 yıldır oraya gitmeyen bana ne güzel bir cevaptı bu. ne güzel bir tokat.

sonra otobüsle geri döndük. ve bir başka köy için diğer otobüse bindik. bu arada bir arkadaştan fotoğraf makinesi istedik, yedek yanımıza.

bu sefer sorun yoktu, cami yerindeydi. güzel güzel fotomuzu çektik ve merkeze döndük. hatta sonra yanımıza ali, ve kardeşim geldi sohbet muhabbet gülüşme, vakit geçti gitti.

gelelim bu güne. kendi makinemdeki fotoları pc ye attım. sıra burağınkine geldi. ve ne oldu dersiniz* hahaha tabiki bu kadar olumluluk yeterdi, resimler benim yanlış anlamam sonucu silindi.

gülüyorum , ağlıyorum, ağlarken gülüyorum.
zaten yola bunu yaparak başlamamış mıydım?
haha kendimi tekrarlıyorum

9 Şubat 2011 Çarşamba

annem annem

annem annem, oturma odamızla mutfak arasında ona göre sürekli değişen adım sayısıyla mücadele eden kadın...

annemi evde aradığınızda ya banyodadır ya mutfakta ve kısmet olursa oturma odasında , sarılı kahverengili battaniyesinin altında. ve hatta onun kabuğu, dinlenme tesisi gibi gelir bana o battaniye. ne zaman altına girse yaran diyaloglara girecek konuşmalar,ciddi keskin cümleler, hayata , bana, bize o ana dair kurulması gereken ya da ah kurulmasa keşke denilen her şey annemin ağzından çıkar. eğleniriz aslında bundan.eğlenceli kadın vesselam.

şimdi söylenerek mutfağa gidiyor 250.adımı atmış, o kadar sayabiliyor mu bak işte onu bilemiyorum. geçen gün bir para muhabbetinde 400Tl için auv çok paraymış deyince bir güzel babamdan azar yemişti. kadın için eskinin parasıyla 400 milyon iyi para ama ne anlar babam:/

bu ara defne joy foster için üzülmekte. öldüğünde " ah ben biliyordum bu kızda bir şey olduğunu, yok böyle dans 'ı izlerken yerinde duramadığını görmüştüm. bir sıkıntı bir nazar vardı. okuyayım diyordum. bak kız sıkıntıdan neler yaşadı , başına neler geldi " dedi. ah anne keşke okusaydın dedim. keşke okusaydı... , üzüldüm ya insanlar tabiki ölücek ama öyle soru işareti bol, sonrasında bir sürü saçma sapan şeyler olan ölümlerin engellenmesi lazım, o da bize kalmış bir iş değil. üf neyse...

annem annem, ben iş bulamayıp kendime ait bir yaşam kuramadığım, kardeşimin ise iş bulduğu halde hala bazen küçük bir kız gibi davranmasına ve özgür , özgüvenli olamayışından kendini sorumlu tutup, hala kendini başarısız gören, çıplak ayaklı , ağzında sürekli sigarası olan annem,
sayende ben sıcak bir kadınım, gülümseyen yüzüm var, bilemezsin bu ne demek...

sözlükte yazdığımda bir çok artıyı almama, artıyı geçin anlattığım kişilerle eğlenmeme sebep olan yaran diyaloglardan birini paylaşarak yazıyı bitirelim, belki gülümsersiniz;

gün içinde gülben ergen'in programını izleyen annemden program hakkında görüşler alınırken ;

a-neymiş efendim, kadınları bilinçlendireceklermiş. neymiş canımız tatlı istediğinde şekerli şeylere saldırmak yerine daha farklı ve sağlıklı şeyler yapabilirmişiz.
g- ne mesela? ne yapmak lazımmış?
a- efendim tatlı yemek yerine elmayı rendeleyip üzerine biraz tarçın atıp bir avuç cevizle beraber yiyecekmişiz. iyi de gülben hanım var mı bakalım bizim evde ceviz? kilosu kaç para biliyor musun sen?
g- hahahahah

8 Şubat 2011 Salı

harç parası

kendimi tebrik ediyorum. 5 dönemdir yüksek lisans yaptığım ve daha da öncesinde 8 dönem aynı üniversitenin aynı bölümünde okuyup 8 kez harç yatırmış biri olarak az kalsın gene bu dönem ki , gecen dönem de aynı boku yemiştim, harç yatırma süresini kaçırıyordum.

aklım nerede? baktığımı, okuduğumu anlamıyor muyum? yoksa anladığımı beynimin dopdolu düşünceleri arasından geçirip gerekli beyin bölümlerine ulaştıramıyor muyum?, bilemedim. ama tek bildiğim gene kılpayı yırttık. şimdi babayla harç konusunda konuşmak var. gerçi o kardeşime topu atıcak , hatun susup parayı uzatacak ben boynu bükük, bir işe yaramayan insan formunda olayı biraz sıkıntılı atlatacağım. yaş kaç oldu ana baba eline bakıyorum onu geçtim kardeşi de sömürüyorum.
cidden bu durumdan çok sıkıldım.

acıtasyonu geçersek bir baltaya sap olamamış, orman içinde kesilmeyi bekleyen bir ağaç olarak tek dileğim sadece " bir şey olmak" o bir şeyden kasıt ne bilemiyorum şimdi. baltaya sap olmasam da bir şey olayım artık.
insanlığı yitirmeden olsak yetecek, sonrası iyilik güzellik.

ha neydi şimdi yapacağım, 154.80 TL için, el pençe divan durmak...

2 Şubat 2011 Çarşamba

ayaklandı


üzerimdeki isteksizliği atmak için ne yapmam gerekiyor diye düşünerek içimi ısıtmaya çalışıyorum. çalışan beynim belki felaket tellallığını bir kenara bırakıp olması gereken şekilde yönlendirir beni , bilemiyorum.

bir ay önce yolun ortasında yatıp kalmıştım ya, şimdi kalktım. elimde tutabildiğim kadar urgan, üzerim biraz tozlu sanki ama sorun değil.bedenim alışkın bu tozlara... üzerimde ölü toprağı olmasından iyi hatta.toz da neymiş, üfle geç. el çabukluğula üzerinden geç, temizlenir...

hayatımın son 3 yılında sürekli bir hedef, bir karar, bir istek üzerine beynimi, bedenimi yoğunlaştırıp çabalıyor ya da çabaladığımı sanıyorum . ve niyeyse bazısı hiç olucak gibi olmuyor. hep derim insan kendini bilmeli diye hatta bazen özel hayatımda insanlarla arkadaş dostluk sevgili olma eylemlerinde bir tartarım kendimi , karşı taraftakine ne kadar yakın ne kadar uzak ne kadar aynı ya da farklıyım diye. ona göre daha bir alırım içime onu, başlarım bir şeylere. ilişkilerinde böyle olan biri olarak nasıl olur da isteklerimi belirlerken etiketime uymayan şeylerin peşinde oluyorum ya da isteklerimi gerçekleştirecekken nasıl bu kadar başarısız oluyorum ah işte artık onu hiç bilemiyorum. kaldı ki bunun üzerine konuşmaya başladığım an felaket tellallığı yapan içimin sesleri kemiriyor bir yerlerimi.

şimdi kalktım ama, yolun ortasında ezilmeyi bekleyen kirpi değilim. kendimi bir toparlayabilirsem yeni yol çizergeleri hazırlayacağım. ama bilirsiniz beni , gene sıkıntılarım olucak, ama arada el verin, ışık tutun, yol verin. belki o zaman depresif yaklaşımların içinde daha sıcak gülebilirim.

31 Ocak 2011 Pazartesi

gözler


bir kaç hafta önce fur diye bir film izledim. filmde robert downey jr ve nicole kidman oynuyordu. filmin yarısına kadar yüzü gözükmeyen robert downey jr'in sadece gözlerini gördük . sadece gözleri ve sesi anlatıyordu bir çok şeyi ve sadece gözleri ona hayran kalmamı sağladı, ben gibi düşünen bir çok kişi vardır sanırım. filmde nasıl nicole kidman'ın oynadığı diane arbus gibi bende sadece gözlerini gördüğüm bu adama hasta oldum, aşık oldum, etkilendim ve bunu sadece acılı bakan gözleri sağladı.

şimdi adamı övmek filan değil amacım ha öyle anlaşılmasın, lakin yazının oluşmasına onun gözleri sebep oldu. hayatıma giren erkekleri gözümün önünden geçirdiğimde hep gözlerinden etkilenmiş olduğumu anımsadım. gözlerini kocaman açan ya da bazı durumlarda masum kedi gibi bakan adamları sevmişim mesela

bazı insanların gözlerinden içlerinin okunduğunu düşünürüm. kaldı ki sadece gözlerinin içine bakarak anlarım ne istediklerini düşündüklerini...

annem mesela, kadın bazen o kadar masum kedi gibi bakıyor ki, o zaman sakinlik dilediğini hissediyorum ya da canı acıdığında öyle bir kısık bakış arasına sıkıştırılmış bir acı oluyor ki kahverengilerin ortasında ah diyorum senin bir sıkıntın var...

gözleri seviyorum. sırf karşımdakini tanımak adına içine içine bakıyorum. şarkıdaki gibi gözler kalbin aynası...

acılı bakan gözleri daha çok seviyorum ama. böyle hafif yaşlı hatta hüzünlü...
sanki öyle bakışı olan insanların hep iyi olacağı ve hiç bana kötü davranmayacaklarını düşünüyorum.

böyle garip bir inançla bakıyorum bir çok kişinin yüzüne. ama niyeyse kaçırıyorlar gözlerini çoğu insan. işte o an şu afilli cümle geçiyor içimden " bakışlarını bile benle paylaşamayan insan , hayatını benle gerçekten paylaşmaz"

bakınız efendim, gözlerinizi kaçırmayınız. hüzünlü, yalancı, sıcak ya da aşalayan bakışlar atın, ta gözlerimin içine bakın. gözlerinizin içinden görelim nesiniz, nedir anlatmak istediğiniz.

ha bu arada robert downey jr gibi bakan adam aranmakta...
öyle baksın anamı ağlatsa bir of dersem ne olayım:)






24 Ocak 2011 Pazartesi

kestim kestim, kendimden kurtulamadım!

kadın kısmına bazı anlar saçları ağır gelir.sanki saçlarıdır dertlerinin en büyük sebebi. kafası o kadar doludur ki saçlar ağırlık yapar.

o an alır eline makası bazısı , bazısı gider bir berber koltuğuna armağan eder saçlarını.berberin makasına saçlarını bırakan kadınları daha sakin bulurum,, geçici bir depresyondur onların ki, kesip kurtulurlar. sorun sadece bir yerdedir. onu atlatırlar zaman geçince nasıl saçları uzuyorsa , zaman geçer dertleri de unutulur. ama bazısı vardır. sorun kendisidir. kendine ait şeyleri yolup atası gelir, kesip kesip yok edesi, kazıyası.

bir dönem belimden daha da aşağıları doğru giden saçlarım vardı. bildiğin kezban, örerdim filan. üzerine oturacaksın diye alay edilirdi. o zamanların birinde sorunum kendimleydi.hep yolmak istedim başımın üzerindeki ağırlığı. hep zarar vermek istedim birşeylerime. alırdım elime makası santim santim. banyoya armağan ettiğim saçları gördükçe keyif alırdım.hatta yurtta kızlar korkardı. teknik resimden gelirdim, üzerim araziden geldiğimden dolayı toz içinde. çizim çantamı bir köşeye atar elimde havluyu alır bir de makas giderdim devlet yurdunun sadece ince bir perde ile örtülü dar kare banyosuna. makası elime alışım "bugün yine bir sorunla karşılaştım ve baş edemedim", "sevgilim canımı acıttı ama onu kaybetmemek için sustum " ya da "ölesim var bugün kafam ağır kendime" demekti aslında ve bunu anlıyorlardı kızlar. susarak, ürkerek bakıyorlardı...

o sebepten kendi saçını kesmek bazen birilerini bazen kendini cezalandırmaktır. bazen dertleri yok etmek için bazense ben dertli biriyim demek için yapılan eylemdir.keyiflidir ama biraz da acılı.

yakın vakitte gene saçımı kesesim geldi. ama artık yolamıyorum çünkü çok az saçım, yok ettim tüm saçımı 6 yılda. kendim kesip rezil olmamak içinde gittim berbere. azıcık ucundan dedim. ama o da ne varsa aldı götürdü sanki ya da bana öyle geliyor . yine de azıcık ucundan aldırdım , mutluyum diyorum.

can sıkıntısı, iç bunaltısı

nedenli nedensiz can sıkıntılarının, sıkılmaların bilmem kaçıncı gününde hissiyatımı dile getiresim geldi.

gerçi bu ara okunmuyorum hissiyatım yüksek. sanki burada tek ben varım ve karşıma beyaz bir ayna alıp söylenip duruyorum. aynadaki yansımayla anlaşamıyorum, sövüyorum, ağlıyorum, gülüyorum ve veda edip çıkıyorum.

neyse ,

şu nedenli nedensiz sıkılmalarımın canı çıksın ve benim canımı bıraksınlar istiyorum. aslında uzun süredir yerinde sayan, düne bugüne yarına benzeyen günleri yaşayan biri olarak alışkındım can sıkıntısına, sıkılmalara. ama bu seferkiler çok farklı sanki. ağzımın tadı eksik. şarkılar bile aynı sanki, öylesine çalıp duruyorlar.yemek yemeği seven biri olarak her yediğim şeyden aynı buruk tadı alıyorum. tatlı, tuzlu yok sadece o buruk tad var. sanki her yemekte eksik bir baharat...

sohbet ediyoruz dostlarla, yanına bir iki bardak bira da katıyoruz boğazımız kurumasın diye. lakin ne sohbet her zamanki gibi ne bira gerçek anlamda alkollü. sanki içki yasağından önce biradaki alkol oranını yok etmişler. bozuk bir arpa suyu ve birbirine benzer, birbirini klasikleşmiş bir şekilde takip eden cümlelerden oluşan bir sohbetin içindeyiz. bir şey eksik...


saçmalayayım, şebeklik yapayım, öyle böyle yapıp anlık kahkaha atayım diyorum ama daha espirinin ortasında beynime garip sinyaller geliyor ve ağzımdan tatsız cümleler çıkıyor.

sevmedim bu hali. her yaş daha bir sıkıcılığı yanında getiriyor sanki. bir kaç gün önce 18 yaşındayken ölmeye çalışan benim ne kadar salak olduğunu konuştuk bir arkadaşla.o zaman değersiz gelen hayatım şimdi ne kadar da boş. ama şimdi hiç ölesim yok. o güzel vakitlerde ölmeyi dileyince insan, şimdiki gri günlerin içinde ölmeyi bile zor görüyor, ölmeye bile üşeniyorum ya, var mı ötesi...

bu ara feci sıkılıyorum. annem der" gözüne gözükecek vardır" diye. hep merak ederim , nedir bu gözükecek olan gözüme? gözüme girmesi dileğiyle:)

16 Ocak 2011 Pazar

bekleyen, bekleten, beklenen, beklemeyi bitirenler için...



ah ne çok özledim seni
bir bilsen ah bir görsen
sonbaharlarım gelir
o yaprak hiç düşmez

hepsi bitti hepsi bitti
hepsi kaybolan günlerdi
bir yalnız sen bir yalnız ben
bizi ne nasıl tüketti ki

belki unuturuz onu
tüm kasımdan kalma çiçekler gibi
arasına koyarız şarkı yazdığımız
kırık hayaller saklı defterin
belki de saklarız onu
kalbimizde bir delik açar gibi
belki denize ulaşır içimizdeki nehirler bir gün
yine yazı bekleriz

ah ne çok özledim seni
bir bilsen ah bir görsen
sonbaharlarım gelir
o yaprak hiç düşmez

seni bekler yağmurlarım
öyle bir yağar ki hiç dinmez
sonra yedi bahar geçer
o yaz hiç hiç gelmez

belki unuturuz onu
tüm kasımdan kalma çiçekler gibi
arasına koyarız şarkı yazdığımız
kırık hayaller saklı defterin
belki de saklarız onu
kalbimizde bir delik açar gibi
belki denize ulaşır içimizdeki nehirler bir gün
yine yazı bekleriz

14 Ocak 2011 Cuma

içimdeki sevmeler

bu sevgileri bu sevmeleri bu sevmeyi istemeleri nereye sokucağımı bilemediğim bir andayım gene. içtim çok. çok içmelerin bir sınırı olmadığını biliyorum
sınırsızlığa çok uzak olduğum bir yerde fazlaca alkol kokan, alkol dolu bedenle yazıyorum şimdi bunu. aslında sözün nereye gideceğini bile düşünmeden başlıyorum cümlelere...

çok yalnızlığın bilmem kacıncı safhasındayım
bilmem kaçıncı yıl sadece kendimle oynayışlarımın

hep var olan ama bir yanları eksik arkadaşlıklar, dostluklar , sevdiğim erkekler, bıraktığım erkekler,ürktüğüm, arzulayıp kendime bile itiraf edemediklerim...


gene ayna da ben
ve gene yalnız
gene içinde birini sevme isteği...

bir gün yolda yürüyorsum bir şarkı duydum içim acıdı diyor ya umay umay
işte tam da öyle bir andayım şimdi

bir şarkı duydum ve beni gene yok saydıgım yalnızlığımın içine attı ya da ona ayna tuttu
yüreğim seveceği birinin eksikliğinde, isyanında...



uslanmayan içim birini arıyor
ve ben sadece içiyorum


uslan artık içim
ya da öl geber
bıktım

11 Ocak 2011 Salı

bu film canımız acısın diye var

geçtim sanatı, sinemayı...
her şeyi yok saydım.
bu film müziğiyle, konusuyla anlatımıyla sanat için, sinema için ... değil sadece can acıtmak için var.
evet evet o müzik, o oyuncular, o delilik, o sevgi, o nefret hem hey sen izleyici dünyadasın ve dünya da her şey senin dilediğin gibi iyi değil. bak böyle şeyler de var paralel evrende diyor sanki
ya da insan o cümleyi duyar gibi izliyor...



bu görüntüyle çekildim karşınızdan... dahası için gene gelcem
the last waltz dinliyorum gözlerim acıyla, utancımla kapalı...

7 Ocak 2011 Cuma

elinden oyuncağı alınan kız


küçüklüğüm... oyuncakların renkli dünyasına dalışlarım...

ilk oyuncağı kara şimşek olan bir kızdım.
ama tabiki sonraları alınan bebekler, mutfak gereçleri, fırın, ütü, dikiş makinesine sahip oldum. annemin taklidini yaparak oyunlar oynadım. kardeşim doğdu, oyun oynayacak yaşa geldiğinde evcilik, misafircilik şu bu oyunlar adı altında salonumuzun bir köşesinde anneannemin elleriyle yaptığı minderin üzeriyle sınırlı alanda oyun oynamaya başladık...
bizim oyunlarımıza hayranlıkla bakan insanlartoldu çevremizde. anlaşıyor oluşumuz, kavga etmeyişimiz üzerine güzel cümleler söylendi, hala da söylenir...

akşam üzeri oyunlarımız yarım kalırdı. babamın gelme saatini daha o küçük yaşta bilir hemen oyuncaklarımı toplamaya çalışırdık gerçi bazen oyuna dalar unuturduk yapılacak her şeyi. o minderle sınırlı evimizde mutfağımız,oturma odamız vardı ve oyuncaklarımız düzgünce sıralıydı.
ama anlamazdı babam eve gelince artık iş stresi mi, kendince maddi sıkıntılar mı bizim oyuncaklarımız gözüne batar anneme söylenir hatta hırsını alamazsa elimizden oyuncakları alır bir kenara fırlatır toplayın şunları, her taraf dağınık diye yırtınırdı...



o vakit masumluğumuza daha bir masumiyet eklenirdi. aslında zarar işlememiş, uslu durmuş annemiz işini yaparken kardeşimle oyuncaklarımızla, sadece bir minder sınırında bir hayali ev kurarak oyun oynamıştık ama bu babama yetmemişti. şimdi düşününce belki de başka sıkıntıları vardı ve geldiği evde en uygun saldıracağı kişi bizdik...

hep bu oldu her zaman ama. hani derler ya başında neyse sonu da odur diye. biz kardeşimle hep babam için rahatlama araçı, azarlaması kolay kendi malı canlılardık. elimizden kolayca bir şeyleri alabilirdi. tabiki hakkını ödeyemeyiz. ama işte hatasız insan yok, herkes mükemmel değil...

babam hep yaptı bunu, hep canı sıkılınca ya da isteyince sırf o uygun gördüğü için alındı ellerimizden birşeyler.

özellikle son yıllarda ben tamamen muhtaç insanım ona. annem ve ben ona muhtacız diye istediğini söyleyip istediği gibi oynayabiliyor.

bir şeyleri istememin bazen anlamı olmuyor. bir şeyleri seviyor olmamın bazen onun için bir anlamı olmuyor. son 3 yıldır sürekli evde oluşum, herkesin bir şeylerle uğraşırken benim sadece sözde yüksek lisans ve tez muhabbetleri yüzünden yerinde saymam sebebiyle daha bir eve kapanışım ve daha çok bilgisayar başında vakit geçirişim söz konusu. bu da babam için evdeki en büyük suç. her akşam odamın önünden geçerken küfür etme imkanı sağlıyorum ona. ve ne zaman canı bir şeye sıkılsa interneti kesme, bağlantıyı iptal ettirme, bilgisayarı yok etme gibi istekleri oluyor hatta bunlarla beni tehdit ediyor vb.

son 3 yıldır hayatımı onlar anlamasa da güzel kılan, kendimce üretkenlik ve öğrenme eylemlerimde artısı olan internet bağlantısını kaldırma konusunda iddealı bu sefer...


bakınız gene sevdiğim bir oyuncağı elimden alma isteğinde kendisi. her zaman yaptığı gibi...

bilgisayar başında diye bu kız evde kaldı, bilgisayar başında durduğu için tezi bitmedi, bilgisayar başında olduğu için kilo veremedi vb sözler her bana saldırmak istediğinde ağzında.

hep ellerimdeki oyuncakları alarak kendini güçlü benimse ona ne kadar muhtaç bir canlı olduğumu anımsattı bana. o büyüktü ben küçük o olmasa o oyuncaklarda olmazdı...

bu ay sonu vedalaşıcak gibiyiz sanki, haberiniz olsun...