19 Ekim 2012 Cuma

bizim büyük çaresizliğimiz

çaresizlik mi, o nerede? filmi izlerken hep onu düşündüm, çaresizlik neredeydi? bu kadar mı olumlu olunur, bu kadar mı sıcak, bu kadar mı güzel kabul edişler? iyi niyetliliğin en saf en temiz hali yansıtılmış perdeye. o en sonda mektup üzerine konulacak pulun bile güzelliğini dert eden iki adamın ve hayatlarına girip en sonunda hayalleri olan aynı kıza aşık olma, acı çekme olayını onlara yaşayan bir hatunun hikayesi bence. siz izlerken ne düşünürsünüz bilmem ama ben öyle bakmak istiyorum. sakin'in şarkıları, naif müziği de cabası. filmi izleyi, kitabı da okuyun. ama çaresizliğin en yalın halini izleyin bence. ayrıca eğer ankara'yı en iyi tanıtan film hangisi diye sorulsa cevabı bu filmdir. ankara'yı görmek için bile izlenir. bu arada o çetin neydi ya, hay ben sana kurban olurum. taze fasulye pişirişine hayranım. seni bulsam hemen evlenirim be. hay ben senin göbeğine, kel kafana, yemek yapışına, deniz içinde takla atışına kurban olayım. seni bulacağım çetin, bulup aşık olup seveceğim.

22 Eylül 2012 Cumartesi

kendime not.

insanın düşündüğüyle yaşadığı bir olmuyormuş. her şey ilerlerken ya da dururken bir tek zaman değil insanın kendisi de değişiyormuş. nasılsın sorusuna "hep aynıyım yaa, bildiğin gibi" cümlesinin yalan olduğunu haykırmak istiyorum. nasılsın karya, eh iyi yok, iyi değil ya da aslında hiç düşünmedim. düşündüğüm, hayal ettiğim bir yana dursun yaşadığımı sevemediğimi söylemek istiyorum. ama sevmeden de sevişmek oluyor biliyorsun. sevişmek mi dedi biri? diline acı biber... saçmalıyorum. günlerdir uyumadım. şimdi düşündüm dün 3 saat uyumuşum bugün bir o kadar uyusam daha önceki günün 4 saatini de aldık mı? yaşasın sikilmiş götün davasını güttüğüm günlerin bilmem kaçıncı yılı sevdiğim adamlar, kadınlar başka şehirde. acaba onlar da beni özlüyor mu? özlemek garip bir şey ona sonra değineceğim. son söz, plan yapmayın plan, tanrı bile gülmüyor inan.

17 Temmuz 2012 Salı

şehirlerin en güzeli

aslında her şehir güzel işte, keşfedilesi sokakları olduktan sonra. ama bu şehir bir başka her gelişimde bir farklı sokakta bir farklı insan, yeni keşifle, bazen bir şeyleri yitirmeler çokca seyler kazanmalar... istanbuldayım. gözlerimi kapayarak dinliyorum sonra halamın amman kızım gözünü dört aç, başına bir şey gelmesin dikkat et sözleri geliyor aklıma. açıyorum gözlerimi kocaman, gördüğüm şehir büyülüyor beni, artık başıma ne gelebilir ki? biraz sanat kokacağım yine. pera müzesinde Goya sergisi tophane_i amire de The Great Masters Sergisi istanbul modern'de Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi , Dünden Sonra Fotoğraf Sergisi ... ve şans eseri karşıma çıkan galerilerdeki tablolar heykeller seramikler davetkar bir duruşta beni beklemekte... sözü kısa kesicem en azından bu konuda. çünkü şimdi hayatımın gezelim görelim programının bilmem kaçıncı bölümünü çekmekteyim. görüşürüz

27 Nisan 2012 Cuma

özlemek diye bişi varmış

fiil miydi yoksa isimden türeyen bir kelimemiydi diye düşünüyorum. önce özlem mi vardı yoksa özlemek mi? hangisi kimden türemişti. birini özlemek ne kadar anlamlı ve aslında acıydı? insan ne hissettiği için bir şeyin yokluğu derin can sıkıntısı yapardı ki? düşünüyorum, düşünürken özlediğimi fark ediyorum. hangi satır arasına gömüp ne anlam yüklüyorum bilmeden özlüyorum. özlemek hayatın içine akışırken aslında kendi bedeninize , ruhunuza bir set örmek gibi. bir sınır çizmek... onsuz tadı yok buraların, bira mı o neden sarhoş etmez onla olduğu gibi? şarkılar mı onlar artık yoklar, hepsi onda kaldılar... beden yorma aracı bence özlemek. ruhu anılarla çatır çatır sikmek bir bakıma. acımadan böyle. ah şimdi o olsaydılara kendini vermek. bir güzel bu cümleyle kendini yemek bitirmek. nefret etme eşiğine gelmek ondan ama aslında daha bir derine sevmek. özlemek iki arada kalmak gibi bir şey oluyor o an işte. sırf eksikliğini hissedip üzüldüğünüz için nefret edebilirsiniz birinden ama sırf onun verdiği lezzeti yeniden yaşamak için daha bir seversiniz. özlemek bir fiil olabilir eğer cümlenin öznesi sizseniz ve nesne özneden daha değerli olduğunda...

19 Nisan 2012 Perşembe

cesar mendoza'yı okuyunuz bakınız ne demiş

tanrı' yla aynı fikirde değilim
intihar edenlerin
cehenneme gideceği konusunda.
kainatın yaratılışına
katılmaktan bıktığımda ruhum,
intihar edeceğim ben de
denenmemiş bir yolla.

nerdeyse bütün akıllı kalpler
intihar edip siktir çekmiş yeryüzüne.

ben ateist değilim, babasıymış gibi
tanrı' ya küsen bir çocuğum.
eğer tanrı intihar edenleri ve nietzsche' yi
cehenneme gönderirse
cehennemde yanmayı tercih ederim ben de,
tanrı dürüstlüğü sever.

tanrı'nın hayal gücünü beğenmiyorum.

ben tanrı olsam
peygamberler göndermez
direkt konuşurdum insanlarla.

ben tanrı olsam
hitler' i iyi kalpli bir yahudi olmakla cezalandırırdım,
yahut yetenekli bir yazar yapardım onu.
içindeki kötülüğü insanlara değil
tuvallere boşaltırdı

ben tanrı olsam
devletler yok olur
gül kokulu bireyler var olurdu sadece,
atlar çılgın zamanlar koşardı.

ben tanrı olsam
düşünce gücüyle herkesin
istediği karakter olmasını sağlardım,
dünya bir şiirin
yaratılım sürecine dönüşürdü böylece.

ben tanrı olsam intihar ederdim
insanlarla birlikte
acı çekmeyi öğrenemediğim için..

17 Mart 2012 Cumartesi



yoruldum
en çok insanlar yordu beni. varlıkları, ağırlıkları, sevgileri, sevmemeleri, ihanetleri, susmaları, konuşmaları, laf sokmaları , öpücükle dillerini ağzımdan çıkarmalar...

hepsi bir yorulma sebebi. ne kadar tiksinilecek şey varsa yaşadım ya da yaşattım. en çokta kendime yakışmayanları seçtim yaşanılacak eylemler içinden. her şeyi ben hak ettim aslında. hayatın toplamı tercihler, seçimler üzerineyse evet hatalı yere oyumu attım.

kendimi kırk su içinde yıkamak istiyorum. üzerimde ne varsa atmak. kendi derimden , beynimden, kalbimden uzaklaşmak...

hepsini ben hak ettim.

insan bazen deli gücüyle ne yükler taşıyabiliyor, yükleri yerine bırakınca anlıyor," oha hepsini ben mi taşıdım" diyor küfürle karışık. maddi yükler bir şekilde ince bilekli de olsanız , kaslı etli de olsanız taşınıyor. yorulmalarınız bir türk kahvesi, iki bacak uzatma süresiyle ya da bir kaç saatlik uykuyla hallediliyor.

ama asıl olay, insani ağırlıkları taşıma gücünde. deli de olsanız, akıllı da gücünüz bir yere kadar işte.

aynaya baktığım kadın haykırıyor şimdi; "ee yeter ama" diye. sesini duymamak için kulaklarımı kapamaya çalıştığımda ellerimin kesikliğini fark ediyorum.

kanım elime bulaşmış, üzerime sürdüğüm an daha bir ağır geliyor işte.
yoruldum diyorum. kendi kendime mırıldanıyorum hep. en çok ben ve insanlar yordu beni. en çok ben ağır geldim kendime, sonra sen, biz, o , onlar...

şimdi taşıyasım yok, bıraktım gitti insanlar kısmını. kendimi ise bir bekleme odasına alasım var. bir kaç saatlik uykuya dalmalı. uykuda yoruldum diye sayıklamamak dileğiyle...