15 Kasım 2013 Cuma

spor salonuna gidiyoruz



spora gidiyoruz
yağları eritiyoruzzzz
spora gidip yağları eritip ne yapıyoruz?


valla onu bilemedim .
2 ay olacak neredeyse, çılgınca spor salonunda göt eritme bacak inceltme çalışmalarına devam ediyorum. sonuç nasıl olacak  merak ediyorum.
ve biliyorum bu sene de bu göt erimezse kendine özerk bir cumhuriyet ilan edip benden ayrı yaşayacak.

o yüzden ağzımızda şu şarkı;

spora gidiyoruz spora gidiyoruz
koşu bandı tepesinde
dambıllar ellerimiz de
ter atıyoruz
spora gidiyoruz spora gidiyoruzzz

21 Eylül 2013 Cumartesi

!

kötü gibi de bazen insanın içine bir cümle oturuyor
sonra kurt oluyor içini yiyor

sonra aklına bi adam oturuyor
öküz  oluyor içinden cıkmıyor

sonra sonra insanın kalbine yaşayamadıkları esiyor
savruluyor

ortada bı yerde bakıyor sonra insan kendine
bir başkası olmalı bu der gibı bakıyor

13 Eylül 2013 Cuma

yok

yavaş yavaş sessizce aranızdan silinip gitmek istiyorum, zaten silik olan varlığımdan daha da uzağa düşmek...

çokca yalnızım şimdilerde. tutunduğum yalanlar, günahlar da canımı sıkıyor. yetmiyor.

yavaş yavaş, fark edilmeden yok olmak dileğim.
 içinizde, sizin çokca ağırlığınızı taşıyan ama sizsiz bir insan olmaktan yorulmuşluğumla uzaklaşmak istiyorum aranızdan.

yoklukla yok olmak arasındayım.

7 Eylül 2013 Cumartesi

en çok gitmek isteyenin olduğu yere kök salması

hep bir gideceğim buralardan lafı döner benim ağzımdan.
daha ergenlikten ezberlenmiş bir isyan sözü.
bazen korkutma amaclı sevdikleri, çokca bir istek bir kurtulma çabası.

talihin elinde oyuncak oluşumu şehir, mekan değiştirerek gerçekleştireceğimi düşünen bir salak.

kendimi uzaktan gözlemlediğimde yaşamayı bilmediğim apacık meydanda oluyor. bazen gülüyor çokca üzülüyorum

dermansız yaralarım da yok gibi aslında ama niğyeyse bir ağır kanamalı hasta durumuna devam ediyorum, sıyrılamıyorum.

bile bile ladesler, çekilecek çileler, düşülecek kuyular...


buradan hep gitmeye kalktım, bi,r sürü başarısızlıkla sonuçlanan eylemlerde bulundum. hep döndüm yuvama bazen bir adım bile ileri atamadan hem de.
şimdi 7 yıldır atanmaya bekleyen arkadaşım veda ediyor şehre, yine  seni sıksalar ben damlarım diyebileceğim yakınlıkta ve benzerlikte bir adam da şehri terk etti gitti.

herkes gidiyor demeyeceğim tabiki, kalanlar da memnun ki dopdolu şehir.
ama bu üç kişiden en ben buralrı seviyorum diyen bile çıkıyor şimdi şehrin sınırlarından.
ben ise hevesini çoktan yitirmiş bir gözü uzaklarda insan...

uzaklar hep güzel geldi bana, uzaklar hep yaşanası.
aç kalayım ama uzak olayım kendi toprağıma istedim.
gitme denemelerindeki her başarısızlığım bir adım daha atma isteği uyandırdı bende ta ki bu seneye kadar.
şimdi iyice dalıyorum bu şehrin sokaklarına,
daha bir batıyorum içine ailemin, evimin, iş yerinin.
böyle böyle kök salacağım.
gitmek isterken en çok, yerimde sayacağım günleri,
sona kaç kaldı ki şunun şurasında diyeceğim gibi...

4 Eylül 2013 Çarşamba

benim bir kedim var baya bir hayırsız

başlığa bakmayın, belki de hayırsız olan benim. geçen hafta her akşam iş çıkışı eve dönmedim onun yerine o bar senin bu restaurant benim gezeyim dedim. bir gece gene eve baya alkollü geldim, elimde bir dilim peynir bahcede bakınıyorum karya karya diye, ki kedinin adı karya oldu bu arada, kedi yok. 2 gün ağladım bir kediye sahip çıkamadım diye. baya üzüldüm, bir daha bir şeye daha bağlanmayacağım isyanı yaptım.lakin acıkıp susayınca dönen kediye gene aynı bağlılıkla bakmaya devam ettim.

ben hep böyleydim, hep bir han.
dönebilirsiniz, o yüzdendir ki eski sevgililerimle onlar bir sevgili buluncaya kadar , onlar istediği sürece görüşürüm. kendime kıza kıza ama onlara bir ses çıkarmadan.
bu huyumdan vazgecebılmek ıcın nelerımı vermezdım.


gecen gün birine "seni özledim" dedim, bana ""saol" diye cevap verdi.
ne kadar itici , ne kadar değersiz bir tavır.
bense buna hiç bir tepki de bulunmadım.
kendimi bu kadar çöpleştirmemin sorumlusunu arıyorum, bulamıyorum.
canım çok sıkkın.
bir kedim var, hayırsız diyorum ya aslında hayırsız olan benim.
hayır kelimesi bile hazinemde yok.


23 Ağustos 2013 Cuma

"seni seviyorum "sözünü duymak için yalvaranlara geliyor


şeker portakalı'ndan geliyor biz canı acıyanlara

daha ortaokulda okuduğumuzda bilmemiz gerekiyordu hayat cinsti ve garip dişlileri vardı

sevmek, yeni insanlarla tanışmak, iş bulmak, iş ortamında garip garip eziyetlere maruz kalmak, toplum içinde ötekileşmek, yalnızlaşmak

hep bir can acısı

ve kitapta demiş işte;







daha da bir  şey diyesim yok.
bu ara aslında hiç bir şey yokken, yokluktan belki de canım acıyor.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

kedi annesi

her şeyi anlatıyor aslında.
tıp!

görüldüğü gibi değil




sadece bir foto değil bu, aslında ne kadar çok anlatıyor.
ardından adım adım ilerlerken ailemizin genlerinden hiç kopamayışımızın  pozu bu.
hep onlardanız aslında,
ne kadar kabul etmeseyde o eller hep onların ellerinden kopup bizim oldu...

18 Temmuz 2013 Perşembe

yalnızlık ve can sıkıntısı insana kendini siktirir

masturbasyon üzerine değil bu yazı. çokca yalnızlık  ve can sıkıntısı

kendi kendimle kalmayı seviyorum. güzel şey kendini dinlemek misal bir vakte kadar. ama bende bu keyifli durum bir yerden sonra kendimle savaşmaya dönüşüyor. içimdeki bilmem kaçıncı kadın  "neden buradayım, bu mudur, hani şu olmasını istediklerin nerede? " gibi soruları sormaya başlıyor ve sonra bir bakıyorum kendimi kesiyorum.

ve hatta sonra öyle şeyler yapıyorum ki , özündeki gerçek kadınla alakası olmayan, tenine kokusuna düşüncesine insanlığına yakışmayan konuşmalar, paylaşımlar, olaylar içindeyim.

kocaman bir dengesizlik belki de tüm bu olanlar.

yapmasaydım iyidi dediğim onca şeyin sebebini aradığımda yalnızlığın ve can sıkıntısının kardeşliğini görüyorum

bu iki şey ki özellikle de yalnızlığı sevmeme ragmen bana zarar verişini de kabul edemiyorum. üzülerek karşılıyorum hatta terk etse beni artık deyip duruyorum.

çevremi gerekli gereksiz sebeplerden öyle bir daralttım ki bir akşam bir mekana gidip içecek onu geçtim  gel bir çay ıcelım denilecek insan bile kalmadı burada.

kendi elimle atıyorum bir çukura beni. sonra içimdeki kadınlar kendilerine göre bir çıkış noktası arıyor ama hiç biri birbiriylşe bir uyum sağlayamadığından kocaman bir mutsuzluk peyda oluyor içime.


oysa ki ne güzeldim ben. içimde yalnızlıkla uyumluyken ne kadar rahattı.

rahatlığı özledim özellikle iç huzuru ve bir şeylerin belirsizliğinin beni hiç sarmadığı zamanları...

4 Temmuz 2013 Perşembe

artık ben de anneyim hem de kedi annesi



hala bir isim bulamadım. lady diyen var, hiro diyen var beton diyen reçel diyen
dirençarşı'ya kadar vardı olay siyahlığından ötürü

ama ismi yok.
isme gerek yok bir tavrı var. bakışlaır fazla yaramaz.
tırnakları çoktan iz bıraktı bende, her sevdiğim gibi

ulan bu da o şarkıyı mırıldanmama sebep olacak eminim, bir gün dişiliğinden ötürü bir erkek kedi peşinde koşup kacacak. kaçmasa da ben bırakacağım belki de, bilinmez.

evden minder çaldım, büroda kendini toparlayıncaya kadar. sonra elbet evde bir yer edinecek. bu sefer  ne yapıp edip sahip çıkılacak bir isteğe.


küfürbaz, alkolik, şiir kokan bir kadındık, şimdi yeni kokumuz kedi. insan kokmaktan biraz daha iyi sanki.

kedimin anıları da olacaktır kesin, onun için hep buralardayız...



baba olmak ölmemeye engel değil

akşam bir barda içtim.
queen çaldı mekanda
aidsten, ölümlerden söz ettik yanımdakilerle.

kuzenim rock'ın babası dedi freddie mercury için.
ben de "baba olmak ölmemeye engel değil" diyorum.

üzülüyoruz, şarkıya eşlik ediyoruz.


zaman geçiyor
evdeyim.
sarhoş muhabbeti dinleyecek insan arıyorum.
sonra dedim kendi kendime," herkesın hayatı var karya bir dur!"

durdum.


gece 3 buçuk uyandım.
içince uyuyamam ben, millet sızar bende bi uyanma hali.

ev telefonu çalıyor.

bakmadı bizimkiler.

sonra gene sonra gene

amcamdı arayan
halamın eşi kalp krizinden ölmüş.

herkes evde dörtdöndü.
akrabalarla diyalog şu bu...
kızı ayvalıkta tatildeydi, ortaokula giden oğlu yaz kampında...
herkes olması gereken hayatın akışına kendini bırakmış, eğlencesinde, yaşamında...

tüm gece şunu düşündüm,
ölmemek için baba olmak yetmiyor.

sonra gene şunu düşündüm,
herkesle her an fotograf cektirebilen, elinde telefonunda, ıpad'inde, orasında burasında kamera ile dolaşan gençliğiz.
ama ailemizle, özellikle babamızla fotografımız çok az


hiç gitmeyecek mi sanıyoruz?

kafamda deli sorular


tanım: kaybetmeden bol bol anı paylaşılıp, kavgasıyla güzel anıyla bir şeyler paylaşılıp, özellikle de bol bol fotoğraf çektirilmesi gereken yaşamımızdaki en önemli erkek.

31 Mayıs 2013 Cuma

koku

duruma göre insan da bir umut ortaya çıkaran, ortamı, insanı güzel kokmasını sağlayan dünyanın en iyi icadlarından biri bence.

önceden bu kadar önemli bir şey olduğunu düşünmüyordum. ta ki hastalık, hastane kokusuyla tanışıncaya kadar.

yer; çanakkale 18 mart üniversitesi tıp fakültesi araştırma hastanesi e blok.3 kişilik oda, refakatçiler ve misafirlerle 25 kişiyi aldığı görülen odanın bir uçuna yerleştirilmiş, herhangi bir havalandırması olmayan tuvalet ve banyo. tuvalette dahiliye hastalarına ait sürekli biriktirilen , incelenmek için bir kenara koyulmuş idrar örnekleri, 5 lt'lik erikli şişesinde. yine bu hastaların serum ve iğnelerine karışan kan kokusu, kendi hastamızın bacağından akan irinli kanlı apsenin dokunanın üzerine sinen yanık kokusu...
yara pansuman edilirken pansumanı yapanın yüzündeki o tiksinme ifadesinin kendine has ortaya salınmayan acıma kokusu...
sabahın 9'u , nöbet değişiminden sonra yeni yıkanmış saçlarıyla ve üzerine sıktığı parfümle odaya giren hemşire...

işte bu koku, o tansiyon ölçülüp, verilen iki ilaç şırınga edilinceye kadar odayı saran o şekerli, çiçeksi bahar kokusu. tüm o sürede diğer kokuları yok eden koku...

kokudan anlamayan, klasik anne kokularından başkasına güzel demeyen kadının bile hoşuna giden, "içimizi açtı değil mi ? "dediği koku. sonrasında koşulup numarası adı öğrenilen koku...

aslında hastanenin duvarları dışında hayatın devam ettiği, baharın gidip yazın gelmeye başladığını ve aslında bazı şeylerin güzel şeylerle silinebileceğini, unutulabileceğini anımsatabilen,buna dair bir umut doğurtabilen hemşirenin parfüm kokusu...

hemşireler güzel koksun, bedava parfüm dağıtılsın onlara. ne olur!

benim bir annem var


günlerdir bu cümle dilimde . "benim bir annem var" zten sıkıntı da bu. sadece bir tane, tek, yitirildiği an can yakacak bir eksikliğin ta kendisi anne.

günlerdir hastalığı sebebiyle  hastane köşesinde, bizden uzakta, sadece telefon üzerinden nasılsınlar iyiyimlerle  haberleşebildiğimiz bir annem var benim.

annemin yanında, hastane de 4 gün geçirdim. 4 gün toplasak 10 saat uyumadım. ama keşke hiç uyumasaydım.
insan bir saniyeyi boş geçirmek istemiyor.
daha fazla görmek istiyor onu, daha fazla hafızaya almak.


sabaha karşı o uyurken düşünüyorum.
düşüncelerim utandırıyor beni.
utanmaz bir evlad olduğum aklıma geliyor.
son bir kaç aydır, işsizlik, iyi gitmeyen ilişkiler, giden adamlar, kendi içsel sağlık sorunlarım, beden olarak yıpranışım, kendimle- arkadaşlarımla savaşım falan filan...
bunlara o kadar çok odaklanmış o kadar kör olmuşum ki, annemi öylece yalnızlığın içine atıvermişim.

dün bir komşumuz annemin evdeyken yaşadığı bir olayı anlattığına şaşırıp kaldım. benim niye haberim yoktu bu olandan? ben neredeydim, anlatmak istedi de ben mi dinlememiştim yoksa?
işte bu en fenası.

hep birileriyle aramda köprüler oluşturmaya çalıştım, olmayınca acı çektim, köprünün iplerini salan insanların ardından ağladım...

şimdi bakıyorum da hayatımdaki asıl köprü ailemmiş.
bir tek onların ayaklarının güçlü olması lazımmış.
keşke anne hasreti,  kaybetme korkusu olmadan bunu anlasaymışım.
umarım çok geç değildir bir şeyler için.

benim bir annem var, hayal kurmayı sevmem ben derken, yalnızlıktan, hastane kokusundan bunalarak şimdilerde hayaller kuran, telefondan bize onları sırasıyla heyecanla anlatan bir annem var hem de.

canımın acısını bir tek ben biliyorum ama maalesef onun çektiği acının yakınından bile geçemiyorum.

17 Mayıs 2013 Cuma

melodik sevişmeler

yeni bir blogumuz var artık
kardeşimiz
sevip sevip büyüteceğimiz ...
yeniliklere ilk merhabalardan biri

bir ara göz atarsınız belki ha?

http://melodiksevismeler.blogspot.com/


bekliyoruz sizi de, avcumuzda çok güzel melodilerle

14 Mayıs 2013 Salı

Mal de l'amor




yanık koksun her yer, fazlaca yansın, kül olsun. kül uçuşur, yok oluruz belki...

belkilere gömülmüş bir aşk.

aşk sarhoşluğu gibi bir şarkı. yasmin levy harikası.


her dinleyen başka yorumlar tabi, gerçekte vardır bir anlamı sözlerin elbet. ama daha da önemlisi sizin içinize ne fısıldadığı...


dinle!


sarhoş eden bir şarap tadı,

rüzgarda dağılan sevgili saçı,
uçuşan hayaller bak orada...

bir aşk şaşkınlığı,

çokca kendini kaybetmeler,
bir yara armağan edilen hayatlar...

dinle!

belki sendeki etkisi çok farklı olur, olmazsa da aşıksın demektir zaten.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

keyif cigarası




çokca keyif cigarası
yeşillikler içinde uçuşan kelebek


size kalmış işte, ben paylaşırım sadece

hatalı kodlama

satırlar arasına gizlemek istediğim hüzünlerim,
sadece bana ait olan acılarım,
anlatsam da aslında kimse tarafından anlaşılmayacak mevzularım,
çok sevmelerim,
aslında hiç sevilmeyişlerim,
kendime olan acımasızlığım,
insanlara karşı beslediğim sabrım,
aslında hiç olmak istemediğim karekterlere bulanışım,
karaktersizliği isim edinmiş insanlara selam verişlerim,
kadınlığımı yaşamadan harcayışım,
harcanışım,
harcanmak için gönüllü oluşum,
degersizleştirmem kendimi,
değerli görmem herkesi,
değer biçilmesi bırakılmış sözleri herkese anlam yükleyerek söyleyişlerim,
gülümseyişim,
sıcaklığından bir gıdım kaybetmeyen ağzım, ağız dolusu kahkaham,
çokca içime akıtılan göz yaşım,
gözyaşıyla köpüren acılarım,
acıyı sevmeye başlayışlarım,
özlemelerim,
hiç özlenmiyor oluşlarım,
yazmaya çalışma isteğim,
az kelime tüketişim,
çok kelime bilip hiç kullanamayışım,
küfürlerim,
küfrederken kızarışım,
utanışlarım,
utanmazsızca konuşmalarım,
ahlaksızlığım,
öldürülmesi gereken orospu yanlarım,
temizliğim,
saflığım,
safca kabul edişlerim,
verilenleri değerli görüp fazlaca kendimi tüketişim,
tükenişim,
tüketilişim,
güldürmeyi sevişim,
güldürmek için uğraşım,
alay edilişlerim,
alaycı sevişleri bile değerli sanışım,
sanrılarım,
sankilere gömülüşüm,
kendimi öldürüşüm,
toprağımı kendi atışım,
başarısızlığım,
başarıya yakın yollardan sapışım,
hatalı kararlarım,
hiç karar veremeyişim,
verdiğim kararları unutuşum,
unutturuluşuım,
özgürlüğüm,
hiç özgür olamayışım,
özgürlüğü satılışım,
hiç elime alamayışım,
tutsaklığım,
sevme adı altında bastırılışım,
amman sana bir şey olmasınların içindeki katledişim,
kansızlığım,
kan kaybedişim,
kendimi kaybedişim,
aslımı unutuşum,
asılsızlığım,
askıntı oluşum,
kendimi kesişim,
kanlı elimle kendi yaramı sevişim,
çürümelerim,
yeşermeye çalıştıkça kendi kökümü söküşüm,
sökülen iplerim,
aklımın salınmış ipleri,
delirişim,
deliliği sevişim,
insanlığım,
unutulan insanlığım,
insan değilmişim gibi davranılışım,
davranamadığım bıçağım,
kesemediğim sağlıksız ilişkilerim,
ilişikte duruşum,
iliştirilmiş bir yaşamı sürdürüşüm,
sürünüşüm,
süründüğüm yerdeki iz bırakışım,
silinmeyen hatıralarım,
hatırlamaya çalışmalarım,
çalınan hayatım,
çalınışım,
çaldığım kelimeler,
çalınan sevgim,
sevişlerim,
sevişmelerim,
tadım,
kokum,
tenim,
dilim,
yalayışım,
lisanım,
lisansızlığım,
noksanlığım,
yoksunluğum,
yoksulluğum,
yoklukla boğuluşum,
bok çukuruna atlayışım,
hiç bir şey olmamış gibi ayaklanaşım,
aylaklığım,
aykırılığım,
aydınlığım,
çokca karanlığım,
genim,
ailem,
yuvam,
kafesim,
yuvasızlığım,
kendime aitsizliğim,
annem,
babam,
birilerine benzeyişim,
kodum,
kodumunun hayatı,
hatalı yaradılışım,
zamansız yaşamalarım,
yanlış vakitte dünyaya gelişim...

22 Nisan 2013 Pazartesi

hatırla, nereye?


ne olacağım ben diye düşündün mü? 
aklınıza gelir mi bu soru , ne olacak böyle diye?

amaç

her insanı bir başarı öyküsü olmayabilirmiş, gördük. peki ya amacı?


olsa ne güzel olurlara gömülüyorum.,

neydi bir çok kez çıkılan farklı yollara ilk adımı atmama neden olan  amaç?

aha! unuttum.



bazen kendime bakıyorum şöyle bir,

o kadar "anın " içindeyim ki, o an neyse olması gereken, olacak gibi olan onu yaşıyorum uğraşmadan, çabalamadan, istemeden belki de...

neydi asıl olması gereken?
bilmiyorum.

üzülüyorum,

kafamı kaldırıyorum bilgisayar ekranından.
dışarı bakıyorum şöyle bir; insanlar koşuşturuyor, ne kadar canlı bir cadde.

ne olacaksın karya, 

ne olacak?
nereye böyle ve ne kadar böyle?

cevabım yoktu.







18 Nisan 2013 Perşembe

bazı mektuplar var okunası , ama hiç bana yazılmadı

bazı üstadlar var, kelimeleri ustaca yanyana getirip  harikalar yaratmış. okurken onları merak ediyorum, yazılan kişi de nasıl bir etki bıraktı acaba diye, ya da asıl istenilen oldu mu, anlaşıldı mı mektubu yazan, bir cevap aldı mı? insan bazen karşı taraf için değil kendisi için yazıyor mektubu. içindeki sırı döküyor kağıda...

bana yazılmamış ama okurken bana söylenseydi bu cümle ne  olurdu sorusunu sorduğum mektuplardan bir ikisini paylaşmak istedim. alıntı insanı mıyım bu ara, evet. ama hangimiz değiliz, twitter facebook sahibi olunmadığı halde yazılan onlarca sözle dolu...



"Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki; durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla. Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa, arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiç bir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve herşeyin olduğu günlerde böyle karar alınamazdı. Yaşamamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? Diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görünüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçükte olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, Sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terkedinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafında okunmazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alınyazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da, ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır."

(Tehlikeli Oyunlar/Oğuz Atay)





perşembe gecesi

bugün hiçbir şey yapamadım... oturdum, birkaç kitap karıştırdım, o kadar... önemli bir şey yapamadım. şakaklarımın, için için zonklamasını dinledim arada. bütün gün mektuplarınla didindim. üzüntü, sevgi ve dert içindeydim; kesin olmayan bir şeye karşı, bilinmeyen bir korkuyla kaplıydı yüreğim... kesin olmayışının nedeni, gücümü aşmasından geliyor. oysa yalnız bir kez okumuştum mektuplarını, bir daha okumayı alamıyordum göze; bir yarım sayfa yer var ki, onu hiç okumadım daha. bu olağanüstü, bu öldürücü gerginlikte yaşamanın en doğru yol olduğunu anlamak istemeyiz de, gevşetmeye yelteniriz bu gerginliği (sen de buna benzer bir şey söylemiştin, o zamanlar alay etmek istemiştim seninle), düşüncesiz bir hayvan gibi çırpınırız, kurtarırız kendimizi. (oysa hayvanlar gibi de severiz düşüncesizliği), ama sözde kurtarırız; kudurmuş, yolunu şaşırmış elektrik akımları içimize boşalır, sarsılır, yanarız oysa. neler söylemek istiyorum bununla, farkında değilim; yakınıyorsun milena, sözle değil, susarak yakınıyorsun mektuplarında; bir yerinden yakalamak istiyorum onları, bana yönelmiş olduklarından ötürü yakalayabilirim de... bu karanlıklarda bile seninle es düşünüde olabilmek! şaşılacak kadar güzel, değil mi? yanıldığımı da sanmıyorum.

(sevgili milena  kafka)


"bir odadayız milena. 
birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. 
biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. 
halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, 
biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. 
ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına 
ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada."



"yanımda yürüyordun milena.düşünsene, yanımda yürümüştün"


Zuhal'im, hayat!
Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N'olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "Üçüz, gözüz biz. " Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni. Tek dalımsın. Memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.
Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşcül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo'yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.
Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin...
Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun?
Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: "Jesuis un Sentimental. " O filmdeki adam gibi miyim nedir?
Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.
Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni.
Yaşayacağız.
Her şeyimi sana borçluyum. Sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.
Aşk büyüdü, aşk!
Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım.
Yüzüğünden öperim


(cemal süreya- eşi zuhal)




Dön, dön artık, biricik dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiçbir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terk etmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık? Ne yapacaksın şimdi? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?
Evet, haksız olan benim.
Beni unutmayacaksın, değil mi?
Hayır, unutamazsın sen beni.
Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.
Dostunu yanıtsız bırakma: birlikte yaşayamayacak mıyız artık?
Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.
Daha uzun süre kalamayacağım burada.
Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.
Yanına geleyim mi? Hemen bildir bana.
Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.
Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch'e bıraktım.
Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.
Arthur Rimbaud
(Arthur Rimbaud-Paul Verlaine)



16 Nisan 2013 Salı

elem beni terk etmiyor ...







gamzedeyim deva bulmam garibim bir yuva kurmam
kaderimdir hep çektiğim inlerim hiç reva bulmam





beceremedik





tanrıyı güldürdüm gene, planlar yaptım. bazılarını gerçekleştirdim ama sonra birden sürüklendim.

   şimdi ne oldu senin istanbul işi diye soranlara cevap niteliğinde kısa bir açıklama yapacağım.

istanbul' da oradan oraya koşuşturarak bazen, bazen kalabalığa karışarak bazen kendimi onlardan olmadığımı belli ederek bir aya yakın bir vakit iş aradım.

şişli fulya'da  bir call center firmasında iş buldum. iş bulduğum gün halamın "seni bir gün daha evde tutamam, kendine bir ev bulmalısın" cümlesini duydum. zaten onlarda kalmayacaktım ama iş bulduğum gün bunu duymak biraz sıkıntıya soktu beni. onunda kendine göre haklı sebepleri vardı, bir lafım yok.


sonrasında ortak arkadaşlar sayesinde adaş bir tatlı hatunla görüştüm. bahçelievlerde çok güzel bir ev tutmuştu bende onun ev arkadaşı olacaktım. onun kendine ait eşyaları vardı benimse sadece bir bavul kıyafet...

"yeni bir hayata eksiklerle başlanılmaz!"

bazı adamlar, dostlar, dost olabilecek insanlar tanıyordum hemen o an yanımda olmak isteyen. saolsunlar,  bu konuda haklarını ödeyemem. eşya verebileceğini söyleyen mi istersin, maddi olarak yardım teklif eden mi?
ama dedim ya yeni hayatıma borçlarla, başkasına ait bir yatağın ucuna ilişilerek başlanışmaz. belki de gurur yaptım belki de daha en baştan, dipten, borçla hayata başlamak istemedim. dedim "ailem yanımdadır, gideyim evime her şeyi yoluna sokayım."

yorucu bir yolculuk, uykusuzluk, şaşkınlık, şimdi ne olacaklar...

eve geldiğim gün  iş yerine sigorta yapmaları için gerekli belgeleri ayarladım. bavulumu yeniledim, götürülecek eşyaları düzenledim paketledim. akşam istanbul'a  iş aramaya gittiğimi bilen ama orada iş bulamayıp geri döneceğimi zanneden babamla konuşmaya çalıştım. daha önceleri bu fikre sinirle saldıran babam taktik değiştirdi, duygusallığa vurdu. yemek masasında en son hatırladığım annemin benim ve babamın ağladığıydı.

sonra klasik karya oldum, günlerce  yattım, ağladım, telefonu kapadım şu bu

"yeni bir hayata başlarken her şeyi göze almak lazımmış"

göze alamadığım kırgınlıklara yenik düştüm. benden istenilene saygı duydum, başkalarına göre olması gerekeni yaşamaya karar verdim. 

karya'nın bilmem kaçıncı "ben artık istanbulda yaşayacağım ben orada mesudum  temalı kaçışı, arayışı, planı, çabası" bilmem kaçıncı kez yalan oldu.

bizim burada bir söz vardır. götü olmayan mantara çıkmasın diye. bu sefer götüm vardı, mantar da toplamak üzereydim ama hatam yorulup bir köşede bir ağaca yaslanma isteğim oldu.



düşünmek lazım.

 


 "düşünmeyi öğrendim. 
sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
 sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak
 düşünmek olduğunu öğrendim.
" hz mevlana

15 Nisan 2013 Pazartesi

bozuk para

merhaba ben gülşah, cebinizdeki harcanası tek bozuk para. insan kendi kendine belirliyormuş değerini. insan ilişkilerinde bir borsa yokmuş. her hareketin, duruşun, konuşman, bakışın daha da önemlisi karşı tarafa kendini nasıl yansıtıysan, nelere izin veriyor ya da nelere tepki duyuyorsan tüm bunlar seni değerli ya da değersiz olarak etiketlemeye yetiyor. kaba tabirle sikilmeye gönüllüysen ilk seni sikiyorlar hatta canları eğlenmek istediğinde yorulmamak adına, enerjilerini daha iyisi için kullanmak istediklerinde kolay yolu, seni deniyor istediklerini alıp kesip biçim yollarına bakıyorlar. bu ara fazlaca bir bozulma yaşadığımdan olsa gerek, anlayışlı tavrımı başka türlü bir salaklık olarak yorumlayan adamlarla diyaloga girişimden ötürü bir güzel bozuk para olarak hissediyorum kendimi. kırmaya korkulmayan, kolay vazgeçilen, başı sıkıştığında yanında olmayıp kendi dertlerine derman iken bir telefon yakınlarından olan bir insanım. tüm bunları bilip yine de ısrarla değişmemek ise bozuk paralık konusundaki isteğimi, durumu kabul edişimi de gösteriyor olmalı. kısa tutucam lafı, kendimi tokatlayasım bile yok şuan. siz siz olun, önce kendiniz değerli hissedin insanlığınızı. bir başka insanları değerli kılıp kendini unutunca hayat içinde harcanmak dışında size düşen bir şey olmuyor.

30 Mart 2013 Cumartesi

bir kitap der ki bana, "gülşah kandırmayı bırak kendini" ve hatta der ki sonra "aslında çok yalnız değilsin, senin gibi olan, senin gibi hisseden, senin gibi yapmaya çalışan ama yine de; “Lüzümsuzluğuma, faydasızlığıma bu andan itibaren inandım. Ara sıra hayata tekrar döner gibi olduğum, yaşadığımı zannettiğim oldu. Hatta bunları düşündükten birkaç gün sonra, yepyeni bir vaziyet, beni bir müddet için tesiri altına aldı ve oyaladı. Fakat ruhumun en derin bir köşesinde yeryüzünün bana ihtiyacı olmadığı kanaati, her zaman için yerleşip kaldı.” Kürk Mantolu Madonna

28 Ocak 2013 Pazartesi

28.01.2013 yer: zeytinburnu- akşemseddin durağında in tramvaydan kime sorsan beni bulursun oysa ki kayıpta değilim, birinin de beni aradığını sanmıyorum. ama işte insan çiğliği, kadınsı bir popo kaldırılma sevdası peyda oluyor diyorsun içinden, keşke biri arasa. athena şarkısı vardı la böyle, kayıp değil miydi adı? kayboldum sanki yine gören var mı? her şey bomboş ve yine kimse yok... orda biri var arkası dönük sanki kor olmuş ateşe küskün o senin gibi sen de ben gibi arayıp ağlayan o kayıp ruh gibi itiraf et itiraf et kendine sadece son bir kez daha yalan söyle... böyle böyle isyanı çeker , biterdi şarkı. bak ağzıma takıldı. biri dilini uzatıp dilimin ucundan söküp alsa! konu bu değildi, kaybolmaya, aranıp sorulmaya daldık, içimizde barındırdığımız cümleleri unuttuk. dibi tutmadan kusalım.içimizde katılaşmasın. iş arıyorum, o yüzden bu şehirdeyim 15 gündür. aramak - bulamamak tabirleri birbirine ne kadar kardeşmiş. insan yaşarken öğreniyor fiilerin kardeşliğini. internet siteleri üzerinden işleri seçiyor çağrıldığım yerlere giyinip yüzümdeki gülümsemeyle katılıyorum. çıkışta ise aynı yüz pek olmuyor. ama alışmak, yılmamak lazım. bu iki kelimeyi kendi beynime işleme çabası yorucu oluyor ama elden bir şey gelmiyor. bu arada topkapı'da sanayi içinde görüşmeye gittiğim yerden çıkışta yolda karşıma çıkıp ahlaksızca hareketler yapan amcanın kuşunun kalkmaması, o öpücük atan dudaklarının işlevsizleşmesi konusunda dileklerim var, umarım kabul olur. moralim bozuktu sayesinde yollarda perişan, ürkek , gözü yaşlı ve şimdi ne tarafa gideceğim sorusuyla bakan gözlerle gezindim. bende hemen çöküveriyorum belki de ne bileyim. ama o gün ve sonrasında olan bazı şeyler ağır geldi. kaldırmam, özümsemem zaman alacak. her şeyi de kabullenemiyor beyin ve beden. İstanbul hala güzel. ama bazı insanlar için, bu şehrin içinde yaşayan insanlar onlar, pek aynı şeyi söyleyemiyorum artık. göte göt denir, bunu yüzlerine haykırma isteğiyle doluyum. küçük şehirlerde büyüyen insanlarla bu şehirde körşelmiş insanlar arasındaki iletişim belli bir sınır içinde olmalı hatta yasaklanmalı. sonra donup kalıyor şaşırıyor küçük şehirden gelen, bana anlatılan bu değildi filan diyor. işte tam buna benzer şeyler içindeyim. aslında dahası ama gene bir şeyler oluyor sığındığım evde, yazı, düşünceler, kurulacak cümleler yarım kalıyor. bu arada adalar ne güzelmiş burada. ve bazı adamlar ne kadar da dostmuş, anlayışlıymış aslında. ben bilememişim. geç öğrenilen değerlerin çoğaltılması çalışmalarına gireceğim, belki güzel olur, ne dersin?