30 Ekim 2010 Cumartesi

her şeyin üst üste gelmesi

önce bir tanım yapmak istiyorum. gereksiz tanımlamalar peşindeyim hatta bugün kaldı ki dünde aynı tanımsızlığın içinde gereksiz tanımlamalar yapma peşindeydim. neyse konuya gelelim, anlatmak istediğim ya da kusmam gerekenler var.

sanki allahın bir sopası var. ve sizi işaret ediyor kutsal eliyle. "bak burada hedefiniz. güldü, eğlendi, mutlu oldu bir süre bu kul. şimdi kırbaçlayın gitsin."

zaten ilk taş atıldığında da aynı acı, diğerleri üzerinize yığıldığında da. olay üst üste dertlerin gelmesi değil. dertlerin mutluluk anlarının en keyifli vakitlerinde sizi bulması. mutluluk sarhoşu nedir ? acaba ben sarhoş muyum diye gezinirken bir duvara toslamak, tam şaşkınlıkla ne oluyor derken arkadan kamyonun, otobüsün size sırasıyla çarpması gibi. altında kaldığınız dertler bir kaza şoku gibi...

mutlulukları az sayıda üreten tanrının acılı mutsuzlukları toptan size sokması bir bakıma. ya canınız cıkıcak ya da insanlığınızdan bir parça daha kopup atılacak.bir şeyler eksilmeden kendinize gelmeniz zor.

hep "o an"ları yaşarım ben. bunu daha önce biliyordum, gelicekti sıkıntılar ya da bu adam bana kazık atacaktı biliyordum işte, bile bile ladesti benim ki diyorum. ve yine dedim

kendim için ağlıyorum iki , üç gündür. artık bir başka kadın ya da erkek için ağlamalarım çok uzak eylemler bana. zaten herkes kendi için ağlarmış ben yeni öğrendim ve yeni öğrendiğim bir şeyi hayata geçiriyorum. neyse o başka bir yazının konusu belki de.
şimdi sorun her şeyin üst üste gelmesi.

sikilmiş götün davaları görülüyor içimde. kabayım bugün evet ama durumları ancak bu anlatırdı.

başarısızım hayatta bir çok konuda. ama söz konusu kendini kandırmak , bir şeylere inanmak, inandırmak olduğunda ödül verilmesi gereken biriyim.
olmayacak dualara amin demeyi seviyorum, hiç olmayacak birilerine elimi uzatmayı, kendimi bir şeylerin iyi olacağı konusunda inandırıp, severek yapabiliyorum.

istanbuldaydım,1 hafta boyunca yeni bir şeylerin keşfi, tanışılan ama yanyana gelinmeyen insan kokularını içime çekmenin hazzını, sohbet etmeleri, istanbulun temiz kirli sokaklarında gezmeyi, anı biriktirmeyi, candan gülmeleri ve dahasını yaşadım. ama hep kahkaha atarken arkada beynimin en uç ve bazen kimseye yansıtmadığım açmadığım yerlerinde bir küçük iğne batıyordu ve uçunda bir kağıt asılıydı. şimdi gülmelerinin acısı çıkacak. umursamadım. umursamamış gibi yaptım ya da

pazar gecesi evet geldim. yol yorgunluğunu yaşamadım bile çünkü keyifle bindim otobüse ve ceplerim anı dolu indim otobüsten. ama eve gelince bir şeyler oldu, onlara da sonra değineceğim. hep sonralar var bu yazıda sanki: /

canım kadın erkek ilişkileri konusunda delice sıkıldı. o kadar üzüldüm ki benle çok alakalı olmayan bir şeye bademciklerim şişti pazartesi akşamı. salı sabahı kalktığımda sesim ben gidiyorum dedi. salı akşamı sessiz ve bademciklerim şişince her zamanki gibi kulaklarım duymamaya başladı. ne zaman üzsem kendimi çok önce bademciklerim lal yapardı dilimi, sonra duymayan kulaklarım olurdu. üç maymunla tanışmaya ne kadar kaldı ki?

perşembe hasta ama biraz olsun umutla okula gidildi. yağmurda ıslanıldı, eski bir dost görüldü ve eskilere atılan anıların aslında ne kadar uzakta olduğu anlaşılıp üzülünüldü.

gün oldu cuma. bir konuda kendimi kandırıp el uzattığım kişiden " sen iyi birisin ama "diye başlayan cümlelerle aradaki diyalog rafa kaldırıldı.o istediğinde yine yeniden ısıtılıp canlandırılacak sözde ama...sen iyi birisin, seni kırmak istemem diye başlayan yazıya tek cevabım " bu konuşmayı yapacağını, bana bunu yazacağını biliyordum. sorun değil. beni düşünme " oldu. belki sinirle söyledim sanıyor ama biliyordum. defalarca izlediğin bir film gibi sanki bu yaşanılan. ne olacağını bile bile yaşamak, istemek, umut etmek, hayal kurmak...ağlamaktan şişen gözler, sadece kendim için akan yaşlarım var
gene niye kendimi kandırdım bir şeylerin iyi olabileceği konusunda diye...


günlerden cumartesi bademcikleri şişik, sözleri ağlamaktan bir garip bakan, saçları yağlı bir kız olarak uyandım ama gece uyuduğumu da söyleyemem. ama artık yeter diyebilirsiniz belki ama daha bitmedi ki.

bahçede bulunan terlikler içi kontrol edilmeden ayağa geçirilir.kömürlükten soba için kömür almaya giderken. bir acı hissedilir, iplenmez. daha büyük bir acı hissedilir. " ne oluyor lan?" denilir içten. eve girecekken terlikler çıkarıldığında iki ölmek üzere olan arıyla karşılaşılır. arı sokması hahahaha bir bu eksikti.

bu akşam ne bekler beni bilmiyorum. bir trafik kazası... yok canım daha neler?
koca ağzımı açtım, başıma geleceklerin suçlusu benim
her şey üst üste gelir ve niyeyse insanlar geçicek bunlar derler. onlara ilk ya da son taş atılmamıştır çünkü.
herkes kendi yaşadığını bilir ve sözde tanrı herkese kaldıracbileceği acıyı, sıkıntıyı verir.
halterci değilim. kaldırma kuvveti konusunda bir problem çözemem.
tek bildiğim bu yaşadıklarım bana çok acı veriyor.
bitsin

2 yorum:

  1. Allah kullarına kaldıramayacağı hiçbir yükü yüklemezmiş.Siz bütün bunları kaldırabiliyorsunuz,bir başkası daha azını,bir başkası daha fazlasını.Böyle böyle zaman akıyor,hayat geçip gidiyor.Ve birgün geriye dönüp baktığınızda "yahu ben nelere üzülmüş,nelere takılmışım" deyip,kahkahalarla güleceksiniz.Ve buradan o mutlu,şen hallerinizide paylaşacaksınız bizlerle.Bizlerde nasıl şu anda canımız sıkılıyor, içimiz yanıyorsa,o zaman bizde şen kahkalar atıp mutlu olacağız şu dünya denen küçük hanede.Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim. zaten her şey taze iken ya çok lezzetli ya da çok daha fazla acı, lezzetsiz ...

    o günlerde bunaldık, sövdük,i ağladık, çöktük bugünse yeniden yeni yeni günler için merakla yaşıyoruz

    sıkıntılar da mutluluklar kadar insan için.
    saolun, hep duygularımızı yaşayabilmek dileğiyle

    YanıtlaSil