22 Nisan 2013 Pazartesi

hatırla, nereye?


ne olacağım ben diye düşündün mü? 
aklınıza gelir mi bu soru , ne olacak böyle diye?

amaç

her insanı bir başarı öyküsü olmayabilirmiş, gördük. peki ya amacı?


olsa ne güzel olurlara gömülüyorum.,

neydi bir çok kez çıkılan farklı yollara ilk adımı atmama neden olan  amaç?

aha! unuttum.



bazen kendime bakıyorum şöyle bir,

o kadar "anın " içindeyim ki, o an neyse olması gereken, olacak gibi olan onu yaşıyorum uğraşmadan, çabalamadan, istemeden belki de...

neydi asıl olması gereken?
bilmiyorum.

üzülüyorum,

kafamı kaldırıyorum bilgisayar ekranından.
dışarı bakıyorum şöyle bir; insanlar koşuşturuyor, ne kadar canlı bir cadde.

ne olacaksın karya, 

ne olacak?
nereye böyle ve ne kadar böyle?

cevabım yoktu.







18 Nisan 2013 Perşembe

bazı mektuplar var okunası , ama hiç bana yazılmadı

bazı üstadlar var, kelimeleri ustaca yanyana getirip  harikalar yaratmış. okurken onları merak ediyorum, yazılan kişi de nasıl bir etki bıraktı acaba diye, ya da asıl istenilen oldu mu, anlaşıldı mı mektubu yazan, bir cevap aldı mı? insan bazen karşı taraf için değil kendisi için yazıyor mektubu. içindeki sırı döküyor kağıda...

bana yazılmamış ama okurken bana söylenseydi bu cümle ne  olurdu sorusunu sorduğum mektuplardan bir ikisini paylaşmak istedim. alıntı insanı mıyım bu ara, evet. ama hangimiz değiliz, twitter facebook sahibi olunmadığı halde yazılan onlarca sözle dolu...



"Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki; durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla. Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa, arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiç bir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve herşeyin olduğu günlerde böyle karar alınamazdı. Yaşamamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? Diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görünüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçükte olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, Sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terkedinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafında okunmazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alınyazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da, ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır."

(Tehlikeli Oyunlar/Oğuz Atay)





perşembe gecesi

bugün hiçbir şey yapamadım... oturdum, birkaç kitap karıştırdım, o kadar... önemli bir şey yapamadım. şakaklarımın, için için zonklamasını dinledim arada. bütün gün mektuplarınla didindim. üzüntü, sevgi ve dert içindeydim; kesin olmayan bir şeye karşı, bilinmeyen bir korkuyla kaplıydı yüreğim... kesin olmayışının nedeni, gücümü aşmasından geliyor. oysa yalnız bir kez okumuştum mektuplarını, bir daha okumayı alamıyordum göze; bir yarım sayfa yer var ki, onu hiç okumadım daha. bu olağanüstü, bu öldürücü gerginlikte yaşamanın en doğru yol olduğunu anlamak istemeyiz de, gevşetmeye yelteniriz bu gerginliği (sen de buna benzer bir şey söylemiştin, o zamanlar alay etmek istemiştim seninle), düşüncesiz bir hayvan gibi çırpınırız, kurtarırız kendimizi. (oysa hayvanlar gibi de severiz düşüncesizliği), ama sözde kurtarırız; kudurmuş, yolunu şaşırmış elektrik akımları içimize boşalır, sarsılır, yanarız oysa. neler söylemek istiyorum bununla, farkında değilim; yakınıyorsun milena, sözle değil, susarak yakınıyorsun mektuplarında; bir yerinden yakalamak istiyorum onları, bana yönelmiş olduklarından ötürü yakalayabilirim de... bu karanlıklarda bile seninle es düşünüde olabilmek! şaşılacak kadar güzel, değil mi? yanıldığımı da sanmıyorum.

(sevgili milena  kafka)


"bir odadayız milena. 
birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. 
biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. 
halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, 
biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. 
ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına 
ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada."



"yanımda yürüyordun milena.düşünsene, yanımda yürümüştün"


Zuhal'im, hayat!
Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N'olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "Üçüz, gözüz biz. " Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni. Tek dalımsın. Memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.
Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşcül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo'yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.
Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin...
Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun?
Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: "Jesuis un Sentimental. " O filmdeki adam gibi miyim nedir?
Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.
Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni.
Yaşayacağız.
Her şeyimi sana borçluyum. Sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.
Aşk büyüdü, aşk!
Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım.
Yüzüğünden öperim


(cemal süreya- eşi zuhal)




Dön, dön artık, biricik dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiçbir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terk etmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık? Ne yapacaksın şimdi? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?
Evet, haksız olan benim.
Beni unutmayacaksın, değil mi?
Hayır, unutamazsın sen beni.
Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.
Dostunu yanıtsız bırakma: birlikte yaşayamayacak mıyız artık?
Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.
Daha uzun süre kalamayacağım burada.
Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.
Yanına geleyim mi? Hemen bildir bana.
Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.
Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch'e bıraktım.
Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.
Arthur Rimbaud
(Arthur Rimbaud-Paul Verlaine)



16 Nisan 2013 Salı

elem beni terk etmiyor ...







gamzedeyim deva bulmam garibim bir yuva kurmam
kaderimdir hep çektiğim inlerim hiç reva bulmam





beceremedik





tanrıyı güldürdüm gene, planlar yaptım. bazılarını gerçekleştirdim ama sonra birden sürüklendim.

   şimdi ne oldu senin istanbul işi diye soranlara cevap niteliğinde kısa bir açıklama yapacağım.

istanbul' da oradan oraya koşuşturarak bazen, bazen kalabalığa karışarak bazen kendimi onlardan olmadığımı belli ederek bir aya yakın bir vakit iş aradım.

şişli fulya'da  bir call center firmasında iş buldum. iş bulduğum gün halamın "seni bir gün daha evde tutamam, kendine bir ev bulmalısın" cümlesini duydum. zaten onlarda kalmayacaktım ama iş bulduğum gün bunu duymak biraz sıkıntıya soktu beni. onunda kendine göre haklı sebepleri vardı, bir lafım yok.


sonrasında ortak arkadaşlar sayesinde adaş bir tatlı hatunla görüştüm. bahçelievlerde çok güzel bir ev tutmuştu bende onun ev arkadaşı olacaktım. onun kendine ait eşyaları vardı benimse sadece bir bavul kıyafet...

"yeni bir hayata eksiklerle başlanılmaz!"

bazı adamlar, dostlar, dost olabilecek insanlar tanıyordum hemen o an yanımda olmak isteyen. saolsunlar,  bu konuda haklarını ödeyemem. eşya verebileceğini söyleyen mi istersin, maddi olarak yardım teklif eden mi?
ama dedim ya yeni hayatıma borçlarla, başkasına ait bir yatağın ucuna ilişilerek başlanışmaz. belki de gurur yaptım belki de daha en baştan, dipten, borçla hayata başlamak istemedim. dedim "ailem yanımdadır, gideyim evime her şeyi yoluna sokayım."

yorucu bir yolculuk, uykusuzluk, şaşkınlık, şimdi ne olacaklar...

eve geldiğim gün  iş yerine sigorta yapmaları için gerekli belgeleri ayarladım. bavulumu yeniledim, götürülecek eşyaları düzenledim paketledim. akşam istanbul'a  iş aramaya gittiğimi bilen ama orada iş bulamayıp geri döneceğimi zanneden babamla konuşmaya çalıştım. daha önceleri bu fikre sinirle saldıran babam taktik değiştirdi, duygusallığa vurdu. yemek masasında en son hatırladığım annemin benim ve babamın ağladığıydı.

sonra klasik karya oldum, günlerce  yattım, ağladım, telefonu kapadım şu bu

"yeni bir hayata başlarken her şeyi göze almak lazımmış"

göze alamadığım kırgınlıklara yenik düştüm. benden istenilene saygı duydum, başkalarına göre olması gerekeni yaşamaya karar verdim. 

karya'nın bilmem kaçıncı "ben artık istanbulda yaşayacağım ben orada mesudum  temalı kaçışı, arayışı, planı, çabası" bilmem kaçıncı kez yalan oldu.

bizim burada bir söz vardır. götü olmayan mantara çıkmasın diye. bu sefer götüm vardı, mantar da toplamak üzereydim ama hatam yorulup bir köşede bir ağaca yaslanma isteğim oldu.



düşünmek lazım.

 


 "düşünmeyi öğrendim. 
sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
 sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak
 düşünmek olduğunu öğrendim.
" hz mevlana

15 Nisan 2013 Pazartesi

bozuk para

merhaba ben gülşah, cebinizdeki harcanası tek bozuk para. insan kendi kendine belirliyormuş değerini. insan ilişkilerinde bir borsa yokmuş. her hareketin, duruşun, konuşman, bakışın daha da önemlisi karşı tarafa kendini nasıl yansıtıysan, nelere izin veriyor ya da nelere tepki duyuyorsan tüm bunlar seni değerli ya da değersiz olarak etiketlemeye yetiyor. kaba tabirle sikilmeye gönüllüysen ilk seni sikiyorlar hatta canları eğlenmek istediğinde yorulmamak adına, enerjilerini daha iyisi için kullanmak istediklerinde kolay yolu, seni deniyor istediklerini alıp kesip biçim yollarına bakıyorlar. bu ara fazlaca bir bozulma yaşadığımdan olsa gerek, anlayışlı tavrımı başka türlü bir salaklık olarak yorumlayan adamlarla diyaloga girişimden ötürü bir güzel bozuk para olarak hissediyorum kendimi. kırmaya korkulmayan, kolay vazgeçilen, başı sıkıştığında yanında olmayıp kendi dertlerine derman iken bir telefon yakınlarından olan bir insanım. tüm bunları bilip yine de ısrarla değişmemek ise bozuk paralık konusundaki isteğimi, durumu kabul edişimi de gösteriyor olmalı. kısa tutucam lafı, kendimi tokatlayasım bile yok şuan. siz siz olun, önce kendiniz değerli hissedin insanlığınızı. bir başka insanları değerli kılıp kendini unutunca hayat içinde harcanmak dışında size düşen bir şey olmuyor.