27 Kasım 2010 Cumartesi

herkes gidiyor














durup dururken takıldı bu cümle ağzıma.
herkes gidiyor

giden kim diye sorsan belki bir isim sayamayacağım. nereye gidiyorlar diye sorsan ona da verecek cevabım yok. ama tek görülen herkesin gidiyor oluşu.
sanki çakılmışım buraya, yıllardır kurtulmak istediğim topraklara kök salmışım ve herkes giderken kalan olma görevim en afilli etiketlerden olmuş bedenimde, ruhumda...

insanlar gidiyor benim hayatımdan...
sonra şehir değişiklikleri oluyor ya da...

kalan hep benim. hayatımdan gidişleri daha keskin gibi.
onlar biz gidiyoruz derken ardından bakan gözü yaşlı kız bile olamıyorum.
sadece güle güle diyorum.o kadar...

bak gene herkes gidiyor.
eğer bir liman varsa bu yakında kalkan gemilerde ben yokum
herkes gidiyor...

gitsin bir ben varım gene benle...





26 Kasım 2010 Cuma

ah mandalina vah mandalina


ah mandalina vah mandalina
sen ne garip bir meyvesin ve neler yapmaktasın bana
anlamlar yüklüyorum gene bir şeylere ve anlamsızlıkları çekimlendiriyorum.yeni yeni edebi diller...

ne oldu gene bakım deme bana ya da de . bir yandan elimdeki mandalinayı soyayım bir yandan anlatayım.

13.12.2009 tarihinde itü sözlüğe şöyle bir itirafta bulunmuşum;

bu ara sapık gibi devamlı bir sevgilim olsun ve ona mandalina soyayım istiyorum. tek hayalim bu oldu. böyle ben mandalina soyayım o bana gülümseyerek baksın. sonra ağzına tek tek mandalinaları tıkayım istiyorum. ayrıca elma soymak istiyorum ona, elma dilimini bıçağın uçuna takıp ona uzatmak istiyorum. adamı elimle besleyesim var ya. o kadar yani. sanırım yalnızlıktan sıyırıyorum.

o itirafı yapıp kurtulurum sanıyordum içimden, istediklerimden.
ama olmadı. kış bitinceye kadar, oda da üşüdükçe, meyve yedikçe hep bunu istedim

günlerden bir kasım günü yine yıllardan 2010
gene elimde bir mandalina. hatta pc nin bulunduğu masanın üzeri bir 4-5 mandalinanın kabuğuyla dolu.

ve gene o istek yüklendi içime. elimde bir mandalina. soyuyorum , tertemiz ediyorum. sonra uzatıyorum dudaklarımın arasına. ama bir yanım bu ağız benim ki olmamalı diyor.
gene bir anaç tavır yüklü içim.
biri olsa bak mesela şimdi, buraya bir şeyler yazmak yerine soysam mandalinayı al ye desem. hatta öylesine salak saçma konuların içine dalsak...

ama bu sadece mandalina soyarken içime geliyor. onun dışında bir eksikliğim yok. tamım ben.
ama şu mandalina yok mu
ah şu mandalina


mandalina seven insan aranmakta bu ara: )










25 Kasım 2010 Perşembe

Öp şu ağzımdaki kanı

sil şu ağzındaki lafı
ettiğin yemini de
yarım kalmışlar gibi
arsızım sevişine

etimizi bir etmişler
sanki küfür eder gibi
acıdıkça gülüyorum
bilemedim ben bu işi

bizden bir yol olmaz
yırtık kalp dikilir mi?
bak yine bombok olduk
seviyorum seni

koysan koysan
ağzımın ortasına koysan
sonra ben sana sarılsam
sevişsek aylar susar
her şey bıkar
seninle sonbahar gülleri gibi
Çürürüz olur biter

Öp şu ağzımdaki kanı
sildiğin resmimi de
tükürdükçe yalar olduk
sıkıştım denizlere

gele gide yara olduk
sarıldıkça kaçar gibi
bakarken özlüyorum
bilemedim ben bu işi

bizden bir yol olmaz
yırtık kalp dikilir mi?
bak yine bombok olduk
seviyorum seni

koysan koysan
ağzımın ortasına koysan
sonra ben sana sarılsam
sevişsek aylar susar
her şey bıkar
seninle sonbahar gülleri gibi
Çürürüz olur biter
kururuz biter
seninle sonbahar gülleri gibi
Çürürüz olur biter
atarız gider
seninle sonbahar gülleri gibi
Çürürüz olur biter


bugünün şarkısı oldu gene, yıllardır kullandığım şu avatar da çıktı ortaya...
içimdeki deli karı gene saldırgan, vahşi.
şimdi bıraksan dilimi deldircem. peltek peltek konuşcam
düşün o kadar saçmaladım.

yalnızım len. gene onu anladım bugün. eskiden çok insan var ama çok yalnız olurdum. ama bu ara insan da yok. herkese hayır hayır diye diye uzağa attım. şimdi uzaktakilere el sallamaya kalksam, dürbünümüm bozuk oluşu şanssızlığıyla yüzleşiyorum
neyse en iyisi athena pis dinleyelim...

öp şu ağzımdaki kanı ulennnnnnn

eli bıçaklı kadın



bayram geldi geçti...
ve bayramdan tek hatıra ahanda " elleri kanlı bir kadın " olabileceğimi anlamam.

keskin bıçaklar, kısa süre önce dünyayı terk edip, dini bir ibadet adına kurban olan canlıyla başbaşa kalışım pek bir komikti. evin kızı, baba yokken kessin, anneye yardım etsin cümlelerini sahiplendim, cümleleri emir kabul ettim. aldım elime bgıçağı, sanki her gece kesiyorum bir koçu...
etleri kemiklerden ayır, sonra parçala, poşetle , kimisini kavurmalık kare kare kes...

kestikçe zevk aldım. kan dökmekten niye keyif alır insan?
itiraf ediyorum iki parça eti keserken iki kişiyi düşündüm. ve daha bir zevkle dilimledim.

içimdeki vahşi saldırgan ortaya çıktı. ne güzelmiş leş gibi kokan eti kesmek
alakasız belki ama şimdi daha iyi anlıyorum , insanlar öldürdükleri insanları nasıl bir cesaret ve zevkle büyük bir soğuk kanlılıkla kesiyor.

arada elimize bir bıçak verseler, sözlerden daha keskin bıçaklar...
ve kessek birbirimizi.
kanımız akar mı? akan kan bizi tutar mı?

17 Kasım 2010 Çarşamba

bayram notu, dileği ,mesajı falan filan

bayram gelmiş neyime diyorum bir yandan
bir yandan bahcede bulunan koç'un sesinin acılı melodisi içimde... kan dökmenin nasıl bir şey oldugğunu düşünüyorum


bir deli olarak, her günü deli tadında yaşadığımızdan yarınların pek bir özelliği yok gibi olsa da bayramları değerli kılmaya, akraba ziyaretleri, arkadaşlarla buluşmalar, tatlı tüketme, hoş sohbetler yapma, işsizliğime dair sıkıcı konuşmalar, ah ah evde kaldınlara sadece gülümsemeler... ve daha bir çok şeyi yaşayacağım. siz ya daha güzel ya daha beterini yaşayacaksınız bilemiyorum

ama iyi dileklerim var size
hepiniz çok uzağımdasınız. mesela bayramın ikinci günü gerçekleşen arkadaşlarla bayramlaşma seansında yoksunuz ne yazık ki

oysaki her birinize kendi elimle yaptığım tatlıyı ıkram etmek ısterdım. ya da kahve ikram edip dostlugun kırkıncı yılını bahçeli'yi de anarak ve gülerek kutlamayı...

uzatmak istemiyorum pek.
anladınız zaten.
sizi seviyorum. bazılarınızı pek iyi tanımıyorum belki ama tanımadan da sevmeleri, görmeden de her noktanızı keşfetmeyı seviyorum biliyorsunuz

tanımak güzel sizi
hadi iyi bayramlar
sonu olmadı sanki ama kafam dagınık, bılırsınız az cok benı

bir başka bayram ne olur bulusalım
sızın oldugunuz sehre geleyım olmadı.
bayramlaşmak güzel şey, siz bırakın "kan döküldü ay ay cani bunlar"," din mi bayram mı neyıme" laflarını...

bayram demek böyle çocuksu yanlarımızı cebimizde taşıyıp oturup sohbet etmek...

iyi bayramlar
sevgilerimle

10 Kasım 2010 Çarşamba

sisters

bugün sadece bu şarkı var. dinlemelisin sanki...





when all are dizzy and happy from too much wine
i leave the party behind
to be alone with my thoughts and this spinning mind
through this cold night
but there she stands

and she walks like you
and she smiles almost like you
a child of the wild just like you
yes.

for a second i think i get a glimpse
of the real her, behind
she's warm and fragile
with smiles that reach to her eyes
but just this moment,
a change so sublime

if she looked me deep into my eyes
and softly asked me too
i'd be in her bed and in her flesh
and waste a life i knew

so i hold my breath and close my eyes
and focus on the wine
let this trembling moment pass us by
so i could say goodnight

but then, an impulse
i almost touched her face
before i pulled back my hand
and we get nervous
we laugh and she spills her wine
both so awkward, for what's on our mind

and she talks like you
and she smells almost like you
a child of the wild just like you
but she's not all you
even strives not to be you
just like every sister would do

and perhaps it's the want
of you in her eyes
but i want her this one single time
...just this one time

if she looked me deep into my eyes
and softly asked me too
i'd be in her bed and in her flesh
and waste a life i knew

so i hold my breath and close my eyes
and focus on the wine
let this trembling moment pass us by
so i could say goodnight

if i'd looked into her eyes
and softly asked her too
she would give herself and give her flesh
and waste a life she knew

so we hold our breath, and close our eyes
and take a sip of wine
but this thirst has emptied every glass
and we should say goodnight

god, help me say goodnight.

7 Kasım 2010 Pazar

the dreamers







bernardo bertolucci'nin 2003 yılı yapımı, 68 kuşağına dair yaptığı bir film şeklinde basit bir tanımla geçiştirdiğim ama aslında izlerken delice keyif aldığım, sadece müzik ve görsel bazı ayrıntılar için bile tekrar tekrar izleyebileceğim film. aslında filmi 2004 de izlemiştim ama 6 yıl sonra yeniden canlandı içimdeki o filmi izleme isteği. belki hey joe adlı şarkıyı sevmemden kaynaklanıyor bu yada başka bir sebep var bilemiyorum şimdi.


film sinema tutkunu üç gencin sinema salonunda karşılaşıp daha sonra tanışması ve birarada yaşadıklarında ortaya çıkan bir sürü karışık kendi içinde olağan durumları anlatan film .ikiz kardeşlerin fransaya eğitim için gelen amerikalı bir gence evlerini açmaları yanında kendi içsel oyunlarını ve birlikteliklerine de onu dahil etmeleri üzerine gelişen her şey insanı belli yerlerden yakalşıyor. ikiz kardeşlerin birbirlerine tutkusu aşkı, isteği, arzusu, cinsel yakınlıkları daha sonra onlara katılan bu amerikalı genç ile daha büyük bir oyun haline geliyor. o kadar ki oyunlar üçünün o kadar hoşuna gidiyor ya da gidiyoprmuş gibi yapıyorlar ki eve kapanıyorlar. sokaklarda olanlar umurlarında olmuyor.





bilindik bir kaç şarkı çalıyor en güzel sahnenin içinde insan donup kalıyor.
izleyen bazı kesim için sürekli birbiriyle sevişen cinselliğin cıplaklığın insanın gözüne sokulduğu film gibi düşünülse de şahsım için acayip keyifliydi film. kızın venüs halinde olması,ünlü üçlü küvet sahnesi, küvette iken karşılarındaki aynadan üçününde yansıması, ve küvetin içinde amerikalı gencin sevgiyi sorgulaması...





bir çok kişi filmin şak diye bittiği konusunda hem fikir ama bence şarkılarla film öyle güzel bitiyor ki, soru sormanın anlamı kalmıyor.
topluma göre çarpık, saçma ,sapkınca olan ilişkileri ortaya çıkmış,sevgi anlayış ve arayışları farklılaştığında sokağa atıyorlar kendilerini. sokaklar isyankar kaynamakta. ve bir yol ayrımı...

filmin sonunda edith piaf ı duyuyoruz e aslında filmin sonunu ne de güzel dillendiriyor;
hayır pişman değilim ne iyiliklerden , ne kötülüklerden. çünkü hepsi aynı benim için...





5 Kasım 2010 Cuma

begotten




sanat nedir? sanat ne içindir bla bla bir çok soru hala cevapsızken sinemanın ne kadar sanat içinde olduğunu da irdelemeden edemiyor insan. bazı filmler var ki canım, sadece çocuğa verilen ucuz şeker gibi. sırf sussun diye ağzına sokulmuş... kaldı ki "böyle filmlerin varlığı sinemanın sanatsal duruşunu nasıl etkiler bunu konuşmak lazım birileriyle" diyerek konuyu aslında sinemanın tarzları üzerinde gezintiye çıkmak isterken " gore" tarzına takılıp kalan biri olma yolunda ilerleyen biri olarak okuyan , okumayan bir gün belki bu yazıya göz atacaklara BEGOTTEN adlı kimine göre "insanlığın masumiyetine tecavüz eden " kimine göre sinemanın deneyselliğinin ilk yapıtı olan kimisi için siyah beyaz bir kült film olarak görülen eserden bahsetmek istiyorum.

1991 edmund elias merhige yapımı 75 dakikalık film ya da sürrealist görüntülerin birbirini kovaladığı bir görsel malzeme...

yaradılışı kendi düşünceleri arasında bize anlatan yönetmen filme ;
"language bearers, photographers, diary makers
you with your memory are dead, frozen
lost in a present that never stops passing
here lives the incantation of matter
a language forever."

"like a flame burning away the darkness
life is flesh on bone convulsing above the ground." sözleriyle başlıyor ki o sözlerin geçişi filmin ben geliyorum geliyorum ulennnnnnn diye haykırışları gibi.

diyalog yok, film müziği de aramayalım en gotiğinden. bazen insanı rahatsız eden bir sinek sesi, sazlıklar, börtü böcek ve biraz su sesi sanki...

film de tanrı, toprak ana,insan ve başka yaşamlar var. o başka yaşamların mamına koyasınız geliyor , küfürler sacasınız geliyor filmin sonuna doğru, kaldı ki onlar size koyuyor, onlara bişi olduğu yok.

daha filmin başında iç organlarını garip bir aletle deşip kendini öldüren, bir tanrı; size ne oluyor lan tepkisi verdiriyor. siyah beyaz olduğundan adam neyi kesiyor nasıl kesiyor anlamıyorsunuz ama o elinin hareketi feci etkiliyor izleyeni.

kendini öldüren tanrı'nın cesedine önce oral yapıp, ardından spermlerle kendine mastürbasyon yaparak hamile alan toprak ana, yüzündeki maskesi ve başı yukarı bakar şekildeki haliyle bir sürü soru işareti sokuyor kafanıza.

toprak ana ve kendini öldüren tanrı'nın çocuğu olarak dünyaya gelen insan'ı görüyoruz ki ahh o evladcığın başına gelen belki de bir şekilde hepimizin başına geliyor başka formlarda.

ve son olarak da, oğlunu korumaya çalışan toprak ana'ya tecavüz edip onu parçalayan diğer yaşamlar var ki demiştim değil mi onlara küfür ediyoruz ama işe yaramıyor diye...


rahatsız bir film, görüntüler siyah beyaz olduğundan anlaşılır gibi değil. ben buna 1 saatimi vermem diyebilirsiniz ama bence hiç olmadı youtube de begotten adı altında bazı metal grupların şarkılarının klibi halinde kullanılan görüntülere göz atın. seveceksiniz

3 Kasım 2010 Çarşamba

haiku

16. yy da ortaya çıkıp 17-19. yüzyıllarda gelişen, üçlü dizelerle yazılan konusunu genellikle mevsimlerden, yılın ilk ayından, doğadan ve insandan alan lirik bir japon şiir tarzıdır. Birinci ve üçüncü dize kendi arasında kafiyelidir diyor wiki haiku için.

bundan bir ay önce kadar, bir yakın arkadaşın şairlerden, şiirlerden açtığı konuda; şiirin basit bir şey olmadığını, şiir yazmak için büyük uğraşlar gerektiğini dillendirirken, arkadaşın haiku'dan bahsetmesiyle bu kelime, bu tarz kafama bir çizik atmıştı. kafam çizik içinde kalmıştı hatta o gün. filmlere dalmıştık ve bir başka yazının konusunu oluşturacak begotten ve gore tarzından bahsetmiştik...

haiku nedir? nasıl bir sistemi vardır diye düşünür hatta google amca sayesinde sorup soruştururken karşıma bir çok haiku örneği çıktı. hatta üstad oruç aruoba2nın bu işe güzel bir el attığını gördüm.

küçük dere -
deniz'e ulaşınca
şaşırır işte...

bir deniz bulmak,
anlamak en sonunda da
yaşamak ne?


sen mezarım olsaydın...
mışıl mışıl uyurdum içinde...

sonra kelime oyunlarına daldım üstadların yazdıklarını okuyunca

belki güzel ya da başarısız bilemicem ama şu çıktı benden;

en uzak şehrin,
en bilinmez sokağının adı
ismin şimdi bana.


2 Kasım 2010 Salı

rüyanda görsen inanma


Duman rüyanda görsen inanma
Yükleyen ghostfaceboy. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.

adamı en tatlı rüyalardan, gerçekleşmeyecek hayallerden uyandırır.hem de hiç acımadan. sonra duman altı bir mekanda kendinden uzak arkadaş sen bu değilsin cümlelerini hak edercesine dağılırsın. kaldı ki zaten hiç toplu değildin...


arkadaş sen bu değilsin
görünüş sadece giysin
arkadaş niye gücendin
alıştım karıştım ben sana
rüyanda görsen inanma

arkadaş sen bu değildin
bilinen sadece ismin
arkadaş niye değiştin
alıştım karıştım ben sana
rüyanda görsen inanma

arkadaş sen bu değilsin
yaşayan sadece fikrin
arkadaş niye gücendin
alıştım karıştım ben sana
rüyanda görsen inanma

sana boynumuzu eğeriz sanma
hakkımızı gelir alırız zorla
saklayacak yüzün yok yok
rüyanda görsen inanma