22 Şubat 2010 Pazartesi

bana yalan söylediler

bana yalanlar söylediler,
ama sen sakın inanma.
aynı yalanları gerçek kılma.
bana yalanlar söylediler,
yalanları gerçek bilip devam ettiler,
yaşamları sanal,
sözleri hayali,
gelecekleri silikti.
ama onlar var olur sandılar.
bana yalan söylediler,
ama sen sakın inanma.
aynı yalanları gelecekte var sanma.

hayat var

hayat var öpücüğünde
bir şeyleri yeşerten bir tılsım
hayat var bakışında
yeni bir umutlu gün gibi parlak
hayat var konuşmalarında
gerçeği, iyiliği savuran bir lider gibi
hayat var duruşunda
dimdik , yılmayan bir yiğit
hayat var damarında
kırmızı canlı dudağının renginden yakıcı...

gülün kokusu vardı

gülün kokusu vardı,
bir de dikeni.
kan tutmayan,
dikenden korkmayanlar elledi gülü.
sonra gülün kokusu vardı,
ve bir de adı.
sadece gülü elleyenin kanınla yazıldı.

17 Şubat 2010 Çarşamba

ayna


bir ben var bir de yansıyanlar
hepsi bir arada bir tek ayna da.
yansımalarım yalan ya da gerçek,
insan gözüyle bir tek kendimi görürüm,
bir de ayna denilen camsı yüzüye yansıyanı.
insan hep bölümlenmiş, bölünmüş.
karanlıkta duvar da gölge,
aydınlıkta ayna da yansıma olmuş.
kimi tam o kimi sadece anlık görüntü.
ama sadece aynaya yansıyan hoş görünmüş göze,
o yüzdendir ki taşırız aynaları cepte.

zıtlık

gündüz güneş,
gece ay,
iklim ya kış ya sonbahar,
bir kız var bir de adam.
ama uzak ,
uzakki yakınlığın zıttı .
tıpkı adamla kadın,
geceyle gündüz gibi.
belki de sırf bu yüzden onlar yok sayıldılar.

15 Şubat 2010 Pazartesi


senden sonra,
kargalar korku filmi,
martılar aşk filminin başrollerini kaptılar.
bizim gibi aşıklara ise ancak
trajikomik dizilerde yan rolleri uygun buldular...

çocuk


çocuk, geleceği sikip sonrasında eline al yavrum bu senin dediğimiz varlıklar.
çocuk, yeri geldiğinde sen küçüksün deyip susturduğumuz sonrasında okulda başarılı olmasını beklediğimiz insan.
küçüğe bir dondurma diye aşağladığımız bir top bile olmayan dondurmayı yedirdikten sonra " sen hasta ol sorcam sana" dediğimiz...
çocuk, ben yaşamadım sen yaşa diye bazen şımarttığımız bazense " ben babamın evi görmediğimi sana verdim utanmaz " diye herşeyi yüzüne vurduğumuz
çocuk bir zevk alma isteğiyle boşalan penisten vajinaya dökülen spermden ortaya çıkardığımız bizim en itici organlarımızdan var olan bizden bir parça.
çocuk, uyurken ancak sevgimizi sunduğumuz
çocuk, gelecekte bize baksın diye beslediğimiz insan yavrusu
çocuk , biz gelip pişmanlık duyduğumuz, acı cektiğimiz dünyaya bizim yerimize sunduğumuz yeni oyuncak
ama herşeye rağmen çocuk, bir insanlık sebebi, bir sevgi sebebi, neşe kaynağı, huzur noktası.

11 Şubat 2010 Perşembe

erkeğim

bir sığınak gibi durduğun anları arar hep gözlerim
ademle havvadan kalma tüm bu isteklerim
bilirsin ürkeğim, savaşçı değil hareketlerim
hep mağarada bekleyen bir yavruyum ben
çoğu zamansa bir masum kedi kapı eşiğinde
o yüzden hep bir baba kucağının sıcağını
bir ailenin masumluğunu ararım bedeninde

kadınım demeni beklerim
çoğu zaman sahiplenmeni
az hırpalamanı çok sevmeni
benim ne verdiğim ne kadar verdiğim önemli değil
senin bana ne kadar sevgi sunduğun önemli benim için affet
çünkü daha ademle havvadan kalma tüm bu herşeyi isteyip
mağaraya beklemelerim

erkeğim
bir savaşçı gücüyle sarıldığın anları beklerim
bir baba kadar masum sevmelerini
değerime değer katan öpücüklerini
kadınlar ne ister sorusunun tam cevabı değil bunlar bilirim
ama kadınlar kıskanç ukala bencil bir küçük çocuktur bilesin
isteriz biz
alma bizden birşeyler hemen
çoğu kez ver ver ver
sevgiye ac midemi kalbimi doyur
sonrası hep sana hep sana
o yüzden bekle biraz
bekle
beklemekle erkekliğin yok olmaz

çok mu?

bir bataklık gibi belirsizlik.
aklıma gelmeyecek şeyleri başıma getiriyorum . hayatta istemem , yapmam dediğim şeyleri yapıyor. yaşıyorum.
ama belirsizlik bir bataklık gibi pis kokulu ve beni içine çekiyor. oysaki her insan gibi klasik istekler peşindeyim. kendime inanamıyorum. sevginin dalgalı, karışık tuzlu, bazen karanlık bazense mavimsi suyunun içinde yüzüyorum.
kulaçlarım ona doğru. ama sanki o bir adada düşünceleri, geçmişi, sevgisi oturuyor benim yüzmemi izliyor gibi.
ona doğru benim hayat çizgim ama sanki bu onu görmüyor gibi o adadan.
biliyorum zor değil hayat. hele ki atlatmamız gereken çok fırtına var onuda biliyorum ama ben her dalgaya güçlü bakıyorum
keşke oda görse bu isteğimi
bir yandan zaten herşey çok belirsiz, istekler umutlar hayaller....
belirsizliğin içinde tükenmesin istiyorum.
tükenen biz olmayalım istiyorum
sorarım sana çok şey mi istiyorum

6 Şubat 2010 Cumartesi

hayal bu ya devam...

eve geldiğinde yorgun, sıkılmış amaçsız bir erkek olabilmeyi alışkanlık haline getirmiş ve bu pekte umrunda olmayacak halde buluyordu kendini yine adam. hep vakit geçirdiği odaya ilerliyordu bir yandan kadınla yaşadıklarını düşünürken.

uzandı yatağa ne kadın kokusu vardı ne aşk, kendi kokusuna alışkındı. ve artık duymuyordu. tek duyduğu sıkıntı biraz da yalnızlığın nemli acımtrak kokusuydu.

yumdu gözlerini, upuzun bıraktı yatağa kendini. düşünceleri karmakarışık...
kapı çalınca gözlerini açtı . kim lan bu saatte?
evde tekti bu gece biliyordu.
ilerledi kapıya doğru
"kim o? "
"benim"
benim mi ? iyi de yüzünü görmediğimiz birinin sesinden kim olduğunu analiz etmek nasıl bir çabadır diye geçti adamın kafasından

açtığında kapıyı kızarmış burnuyla kadın duruyordu karşısında.
"senin ne işin var burda ?"dedi adam. dediğine sonra pişman olarak "girsene" dedi.
"yok girmeyeceğim, taksi kapıda bekliyor bana gel bu gece"
bana gel bu gece mi? oyun mu oynuyor bu kadın benle? geç oldu deyip bırakıp gitmemiş miydi?
" yoo gelemem ben, yarın iş var. yorgunum" dedi adam.
"hadi gel "diye uzattı elini kadın.
suskunluğun karşısında kadının bakışıyla karar verdi adam ve tuttu kadının elini.
uzun bir yolculuktu gecenin bir yarısı yapılan.
bir apartmanın en üst katında küçük bir daireye girildi beraber.
düzenli bir kadın izlenimi veriyordu evin düzeni daha girişte bile. kapı açıldığında sıcak ve temiz bir koku yalıyordu adamın yüzünü biraz kadının kokusu da vardı sanki yüzünü yalayan bu koku da. içine çekti ne varsa ona gelen.
üzerindeki montu aldı adamın kadın. oturma odasına götürdü onu.
" sen dinlen ben hemen geliyorum" diye ayrıldı yanından.
ortada eski bir kilim sepha yerine bakır bir tepsi , ahşap eski olduğu belli ayaklı bir şeyin üzerinde duruyordu..
rahat geniş koltukların yanında büyük bir kitaplık gözüne çarpıyordu içinde kitaplar. yanda duran masanın üzerinde bilgisayar ve karışık , yazılmış çizilmiş kağıtlar. kağıtların üzerine bırakılmış bir kupa...
evdeki düzen masada gözükmüyordu ama yine de rahatsız edici değildi. ileride bir müzik seti ve yanında kasetler vardı. adam onları görünce gülümsedi bu devirde hala kasedleri saklayıp kullanmasına şaşırdı kadının.

yeşillere bulanıp gelmiş gibiydi kadın. eşorfman giymişti."çay suyu koydum. içeriz değil mi ?"dedi adama yaklaşırken. adamın evet içeriz demesini bekliyordu belki de ama adam susuyordu.
yanına oturduğunda adamın daha bir şaşırdı. susan adamın ona sarılmasıyla...
dudaklarını dudağında buldun adamın. kocaman bir özlemle öptü dudaklarından adam kadının. öyle uzun bir süre geçti birarada sarmaşdolaş. ,ta ki kaynayan suyun rahatsız edici sesi duyuluncaya kadar. kadın uzaklaştırdı başını adamdan ve kalktı. o kalkerken adam da onıunla kalktı ve ilerlediler mutfağa doğru. dolaplardan çay bardağı, çayı demelemek için çayı almaya çalışan kadına bakıyordu adam hayran hayran elleri titriyor gibiydi kadının." heyecanlandım biliyor musun?" dedi adama dönüp. ve yine devam etti işine, çayı demledi.ocağa koydu ki adam arkasından sarıldı, kadının konusunu içine çekerek öptü boynundan.

5 Şubat 2010 Cuma

kadın

güzel gülen bir kadın gözü,
ve her hareketi aşkı davet eden dudağı.
tüm bunları bir arada tutan gül kokulu kadını,
sevebilme ihtimali olmayan adamları yok sayıp,
denize atmalı umutları...