31 Ocak 2010 Pazar

öpücük



küçük bir kız çocuğu gibiydi nefesi
tazeliğini dudağından içeri üfledi
sonra ıslak dil kıvrımında dans etti
böylelikle ilk öpüşmeyi sevdi....

kalk

kalk dedi birileri bana
git
kendinden uzağa düşmeden git
ardında bıraktığın adamı görme
kendini bil
yüreğini dinle ve git
lakin içimdeki küçük kız hala durmanın peşinde
başkası üzülmesin diye tüm çabam
ama artık bencil olma vaktidir dedi
birileri bana
kendini düşün ve bırak onu
bataklığında yüzsün tek
sen nymphler gibi temiz sularda coş
sevgi duvarını aş dedi birileri bana
atla ve git
parmaklıklara sarılıp dar alanda nefes almak
değil sana göre olan
gökyüzü kokan bir melek yanında ol
kendin ol
insan ol
insanlıkla ol

yalan

yalanlara inanmak ne güzeldi sevince
ve gülümsene bakmak ne güzel bir rüyaydı
yalandan da olsa
ne güzel güldün o akşam bana
biraraya gelmelerimiz azdı
sevmelerimiz ise çok
anı yaşamaktı hayat
ve seni sevmekti işte dünyanın bana verdiği en güzel şey
yalandan da olsa
ne güzel güldün bana her akşam
şimdiyse elimde acı
ve birçok anı
gülümsemelerin, cümlelerin
yalanda olsa
ne güzel gülmüşün bana o akşam
ayrılınca anlıyor insan.

yalnızlık nedir ? denildiğin de;

damarımda kanı hissetmez iken varlığını hissedip nefes alış verişlerimde bile yanık tadını aldığım adımın tenimin sıfatımın varlığımın içine girip yerleşmiş ve artık çıkması zor, ve artık daha bir ben ve benen bile bana yakın olan , tüm olan bitenleri yakıp ,atıp, uzaklaştırıp sözde yakınımda olanları sözdelikten çıkarıp tek ben , benlik,- teklik kelimeleriyle anlamlandırıp bir ben olabilme durumunu insanlığıma yaşatan, yalan dünyada doğarken de ölürken de tekiz durumunu tüm yaşamsal eylemlere geçirme.

eş ruhu bulmama, bulamama , bulsa da istememe. cinselliği yok sayma asekssüelliği kendine sıfat edinme. aşkı yalansı masallar da , izlenilen gereksiz diziler de, behlül ile bihterin daha çok seks kokan sevgi sözlerinin içinde görme, öyle kabul etme ve aşk denilen şeyi yok sayma.
sevginin ana baba kardeşle bir bakıma şekillendiğini diğerlerinin geçiçi, anlık, ya da çok ama belirsiz olması gerekliliğini ve şuan buraya yazılmayan bir çok farklı şeyi bir arada insana veren olgudur yalnızlık.

getirisi yukarı da saydığım ya da sayamadığım şeylerdir.

yalnızlık , lal olmanın dile, kör olmanın göze, hissizliğin bedene işleyişidir.
acımasız olmak, gerçekçi olmak, çekinmeden utanmadan bir siktir git diyebilmektir sözde insanı sevene.
yalnızlık aşk nedir sorusuna cevap verilmek istenilmezken aşktan öte insanın ister istemez sahiplendiği ve artık ben merkezli yaşamda yoldaş olan insanı teklikle sınayan kavramdır.

yalnızlık sadece tanımadığı insanların içinde var olmak ama gerçek hayatta bir dört duvar arasında yok olmaktır.

28 Ocak 2010 Perşembe

istiyorum

bir bataklık gibi belirsizlik.
aklıma gelmeyecek şeyleri başıma getiriyorum . hayatta istemem , yapmam dediğim şeyleri yapıyor. yaşıyorum.
ama belirsizlik bir bataklık gibi pis kokulu ve beni içine çekiyor. oysaki her insan gibi klasik istekler peşindeyim. kendime inanamıyorum. sevginin dalgalı, karışık tuzlu, bazen karanlık bazense mavimsi suyunun içinde yüzüyorum.
kulaçlarım ona doğru. ama sanki o bir adada düşünceleri, geçmişi, sevgisi oturuyor benim yüzmemi izliyor gibi.
ona doğru benim hayat çizgim ama sanki bu onu görmüyor gibi o adadan.
biliyorum zor değil hayat. hele ki atlatmamız gereken çok fırtına var onuda biliyorum ama ben her dalgaya güçlü bakıyorum
keşke oda görse bu isteğimi
bir yandan zaten herşey çok belirsiz, istekler umutlar hayaller....
belirsizliğin içinde tükenmesin istiyorum.
tükenen biz olmayalım istiyorum
sorarım sana çok şey mi istiyorum

kan kokusu

kan kokusu var burnumda
acı acı
bir o kadar da tuzlu

kan kokuyor
geliyor taa içimden
taa kadınlığımdan insanlığımdan
taa en derin içsel yerlerimden

kan kokuyor
sanki ruhum
derisini yüzmek üzere olduğum bedenimde
kan kaybediyor

kan kokuyor
en kadınsı ve insansı yerlerimden parçalar kopuyor

kan kokuyor
galiba bu günde bitiyor...

26 Ocak 2010 Salı

hayal bu yaaaaaaaa

iş çıkışı binilen otobüste oturduğuna şükreten bir insan iken yanda çok tanıdık bir koku belirir birden, adam yana bakar, tanıdık bir surat sırıtmakta ona. öpmeyi özlediğini bile unuttuğu dudaklarıyla kocaman gülüyor adama.
"sen nerden çıktın be"
"hahaha, insan bir merhaba hayatım filan der ne uyuzsun hıh"
"yok canım özledim özlemedim geç onu sen nereden .çıktın?"
"özledim , bu saatte burada olacağını düşündüm atladım aaaaaaaa"
adam şaşkın," ne deli kadın bu ya" diyor belki de içinden, kadınsa sanki dün görülüşmüş kadar sıcak, ilgili ve sırıtan bir suratla.

"ay hemen eve gitmeyelim, yemek ısmarlıcam sana" demiş kadın. "inelim hadi bu durakta " derken çekiyor adamın ellerinden. şaşkın, yorgun adam ayak uydurmayı seciyor, evde sıkılmaktansa bu deliyi izlemek güzel sanki...

güzel, daha önce gitmedikleri bir mekana gidiyorlar, yolda sürekli oradan buradan bahsediyor kadın. arada susuyor çok mu konuştum? yorgunsun değil mi ? diyor ama sonra yeniden başlıyor konuşmasına. kadın bir sus demek ister gibi açıyor adam ağzını sonra devam ediyor onu dinlemeye. etli dudaklarını izliyor, yanağında oluşan gamzeye takılıyor, orada eriyip yok oluyor.
gidilen mekanda hafif müzik, güzel hep adamım sevebileceği yemekler. oturuluyor bir cam kenarı masaya. saçları dalga dalga kadının, gözleri parlak anlamlı.

"nasıl bu kadar enerjik oluyorsun?" diyor adam.
"seni görebilmek için" diyor kadın gülerek ellerini iki yana kaldırıp kurt kadınım ben diyor kükrer gibi yapıyor.
uyuzluk değil mi adam ekliyor "kurtlar kükremez"

kadın adamın elini tutıuyor dudaklarının arasına götürüp o kadar insanın içinde ısırıyor.
nasıl? diyor sonra. gülümsüyor adam. "delisin sen"

yemeği yiyorlar 90lardan tanıdık melodiler çalıyor bazısı yabancı ama ne dese önemli değil, etkiliyor her melodi insanı...

upuzun sohbetler ediliyor oradan buradan. vakit başka zaman geçmezken saat oluyor 9 buçuk.
kadın "bu yemek kahvesiz olmaz ki "diyor" hadi kalk başka yere gidelim "

türkü bar gibi bir yer ama sakin, kalabalık değil. yanyana minderlerin üzerine oturuyorlar. yayılan bedeni komiğine gidiyor adamın. "çok rahat tavırlı bu ya" diyor içinden belki de ama ona daha güzel şeyler söyleme telaşında. çaylar söyleniyor. kahve içmekten vazgeçiliyor. aslında kadın adama fal bakma derdinde ama sonra çayın ısıtıcı yanı daha iyi geliyor kulağa.

çaylar geliyor, yanık bir ezgi kulaklar da.
adamın eli kadının elleri arasında , türkü mırıldanıyorlar beraber.
sesleri birbirine karışıyor.
her ezgide bir oluyorlar, her acıya birlikte efkarlanıyorlar her halayda birlikte el ele ruhlarıyla eşlik ediyorlar.

zaman ilerliyor gece bitmek üzere olduğunu kadın duvardaki saatten farkediyor.
elele, yanyana kucakkucağa geçen gece bitiyor. yürüyorlar yanyana elleri arada birbirine değiyor bazen ise hiç ayrılmak istemiyor gibi parmakları birbirine dolanıyor. adamın ağzından yanık bir türkü, soğuğa aldırmadan yürüyorlar.

kadın"bu durakta otobüse binmeliyim" diyor. "ama niye?" diyor adam. "gelmeyecek misin bana?"
"yok, güzel bir geceydi, yeterli bizim için başka bir gece artık evine gelirim içkimi alıp, izin verir misin sarhoş olmama? korkma , sarhoş olunca bu kadar konuşmam : ))"

adam kabullenir gibi yüzünü öne eğiyor, kadın yaklaşıyor daha bir ona dudağına değdiriyor dudağını. uzun öpüşmeleri yaklaşan otobusle bitiyor.

"iyi geceler, çok güzel bir geceydi. özlemiştim seni" diyor adam. kadın ise kikirdiyor," özleyeceksin tabi "diyor zorraki bir gülümsemeyle ama gözlerinden yaşlar akar gibi...

otobüse binerken elini sallıyor adama, adam da ona.
giden otobuse bakıp kalmak adamım canını sıkıyor, bir iki küfür savuruyor ardından bir iki kendine söyleniyor , elleri cebinde yürüyerek eve ilerliyor.
telefonuna bir mesaj geliyor bir iki dakika sonra " keşke gelseydim sana, çok özledim sarılmanı, sigara dumanını, küçük odanı"

adam daha sesli bir küfürü çıkarıyor ağzından, sonra sigarasını yakıyor ve cebine atıyor telefonu, yola devam ediyor.

korku

önce karanlığa, sonra ailedeki anaya babaya sonra dev gibi olan binalara, örümceklere büyüdükce gene karanlığa ailesel bağ olmamasına rağmen bizden büyüklere ve sonrasında sonu belli olmayan ölüm denilen kavrama karşı insan içinde oluşan negatif duygu.

ben önce babamdan korktum
sonraları yalnızlıktan
hep karanlık vardı geceleri odamda
şimdiyse hem yanlız hem karanlık günlerim var...

gelincik


gelincikler içindekı en masum çiçek sensin gibisin bu sabah,
kırmızı dudakların gelinciklerden de kırmızı,
gözlerin tohumlardan da siyah,
rüzgar esse kırılcak gibi bedenin,
ama hala dik tutuyorsun kafanı,
tıpkı bir gelincik gibi...

25 Ocak 2010 Pazartesi

duvarlarım, ben, o ...

yıkılmayan duvalarım var sanki.
yok işte yıkılmıyorlar, kimle beraber ördüm? ne ara var oldular? çözemiyorum . ama şuan yıkılmayacak kadar büyük, sağlam bir duvarın etrafında gezinenlere bakıyorum, göremiyorum, görüyorum, ulaşamıyorum...
canım acıyor, acıtırıyorum.
yara bandı yok,
turnike yok,
tek duvarlar var. duvarlar boyasız, badanasız, sağlam, sert...

ağlamak istiyorum bugün, böyle sesim kısılsa, sussam, lal olsam; olmuyor.

duvarlarım var yıkılası ama yıkmak için güç var mı ? olmalı mı? bilmiyorum.
değer misin çabalamaya? uğraşmalımıyım? sevgim işe yarar mı derken durdu kafam.
çalışmıyor.
tek istediğim kafamı duvarlarıma vura vura ağlamak.

şarkıda da dediği gibi;
ben o duvalara çarpa çarpa nasır tuttum
ağlaya ağlaya yosun tuttum ...

yosun tutmak ne ola ki?

bulunduğum yerden kaçmakisterken köklerimi saldığımı anladım sanki şimdi, şuan.
o an nefret ettim kendimden, duvarlarımdan.

yumruklasam, ellerim işe yarar mı?
yıkar mıyım duvarlarımı?

gördüklerime dokunabilir miyim?
mutlu olmak, sevilmek, sevmek isteyen ben nerdeyim?
neden bu duvarlar var hala?

kendimden tiksiniyorum.
kafamı vura vura bağıra bağıra, inleyerekj belki de ya duvarlarımı ya da kendimi yok etmek istiyorum.

derin bir nefes alır gibi batıyoruz
yükümüz ağır
yeni bir söz söylemek için
ölmek mi gerekir
hadi bir cesaret
sende taşın altına koy elini
inadına inadına
sevişmeli bağır çağır...

21 Ocak 2010 Perşembe

bak yalnızsın

açmışsın gözünü, uyanmışsın.
dağınık yatağın, darmadağan saçın başın,
bakarsın etrafına,
ama göremezsin senden başka biri.
yüzünü yıkarsın, aynaya yansıyan yüzden bıkarsın,
bir iki ekmek dilimler, garip renkteki çayı yudumlarsın,
karşı sandalyenin boşluğuna acırsın.
yolda yürürsün, adım adım ilerlersin,
dünya küçük ya da büyük düşünmezsin,
bakarsın etrafındaki kalabalığın içinde,
eşini göremezsin.
akşam olur, kuşlar döner yuvaya.
anne babalar toplar çocuklarını sokaktan,
tek anahtarlı kapıyı açarsın, buz gibi hava yalar yüzünü.
boş odaya dalar, donar kalırsın.
yorulmuşsun, bıkmışsın.
duş alıp yatacaksın.
duşta ki aynaya çarpar gözün,
yansıyan kişiye bakarsın ve dersin yine;
bak yalnızsın.

ünzile değeri artan kadın.



2010' da değeri artan küçük kadınlardır. yazık mı desek, biz insanlığı unuttuk mu desek bilemiyor insan. şarkı da ünzile kaç koyun ediyor diyordu acı acı. ama artık4 inekle değer biçilenbir küçük kadın ünzile.
mal , lakin değerli öyle ki 4 tane inek veriliyor karşısında. bir o kadar da üzerine yük bindirilmiş bir küçük kadın ünzile. sırf ailesi geçinsin, mutlu olsun diye 4 ineğe satılan, küçük yaşına rağmen ailesine bakma yükünü taşıyacak kadar dağ gibi kadın ünzile.

2010 yılı, kıyamete bilmem kaç yıl kaldı, uzay çağı, gelişmiş ülkemiz şu bu diye zırvalarken birileri, kadınlığını çirkinleşen anlayışlarıyla yitiren, yitirdiğini unutan kadınsı canlılardan daha insan daha kadın iken ünzile, o kadınsı canlıların hayalini bile kurmadığı bir değersizlikle satılan bir insan ünzile.

soru sormak, cevap vermek, düşünmek, istemek onun hakkı değilmiş gibi, hak ettiği sadece 4 ineğe karşılık gelen kadınlığı, aile kurması, hayatı iken, ünzile bir iki haber kanalında gözüken küçük yüzüyle bizim çirkinleşmiş insanlığımıza buğulu yüzüyle bakan gerçek bir insan. biz ise sadece bir iki satır yazı yazıp hala çirkinliğimizden utanmayan insancıklar.

20 Ocak 2010 Çarşamba

senden sonra

senden sonra,
martılara simit attım,
kedileri besledim,
kendi açlığımı işte ancak böyle dindirdim.

19 Ocak 2010 Salı

hayal bu ya ( devam...)




aniden yağan karı izlemek için bir araya geliyor kadınla adam.
ilk kez bir araya geldikleri koltukta yanyana, şehrin üzerine örtülen ilahi beyazlığa bakıyorlar.

kadının , rahat bir eşofman altı var üzerinde. bir de önü fermuarlı bir üst. fermuarı biraz aşağı doğru çekmiş, göğüslerine bir küçük bakış atılmasını sağlar şekilde bırakmış aralığı.

adam işten geldiğinde soyunmuş, rahat bir şeyler giymiş. yemek sonrası yağan karı görünce çoçuklar gibi sevinen bu kadının sevinç sebebini anlamaya çalışmış. o sevinirken adam yaşadığını memleketleri düşünmüş...

"ne güzel yağdı kar?" demiş "karda pekmez mi yesek?"
"hay allahım "deyip gülümsemiş adam, "sürekli mi bir şey yemek ister bu kadın?" . her daim ya mutfakta, ya koltukta hep yemekten bahsediyor...

dışarı mı çıksak, karda yürüsek beraber, elimi tutar mısın sokakta?
"niye tutmiyim "diyerek ellerini çekmiş kendine adam. parmaklarının arasına dolamış parmakları.

"kalkalım o zaman, yürüyelim." demiş ayağa kalkarken.

kısa bir yürüyüş yapmışlar sokaklar da.
güzel şapka takmış, uzunca bir atkı boynuna. ellerinde eldiven yokmuş buna rağmen korkusuzca ellemiş karları, kızaran parmaklarını sürekli ısıtmaya çalışmış adam kadının.

adama da bir atkı öreceğinden bahsetmiş.

soğuktan burnunun kızarışı, yanaklarının al al oluşu daha bir sevimli kılmış kadını. şapkasının altından yarım yamalak gözüken yüzü, sürekli hareket eden dudakları güzel gözükmüş erkeğe. dayanamamış birden çekip kendine adam kadını, öpmüşler.
şaşırmış. ama dudaklarından da ayrılmamış kadın adamdan .

eve geldiklerinde kadın adamın girişte üzerindekileri çıkarmasında yardımcı olmuş.
sonra küçük öpüşmelerle yine koltukta oturuyor bulmuşlar kendilerini.

"çay mı demlesek? kahve mi içsek?
tüh salep mi alsaydık? kar , salep, tarçın iyi mi olurdu acep? "gibi bir çok soruyu sormuş gene kadın.

adamın "sen bilirsin hayatım" demek dışında bir tercih sunmayışı kadının canını sıkmış.

onun canını sıkmak, kızınca kocaman açılan gözlerini sevdiğini farketmiş adam o zaman.

sonra sıcak bir şeyler yudumlamışlar yanyana.
tv izlemiş, bazen de dışarıda ki kara bakmışlar sarılıp.
sohbet etmeyi seviyorlarmış,
adama çok komik geliyormuş kadının sürekli kendini anlatma çabası. hep sevinsın diye uğraşıyor gibiymiş kadın...
bu tavrını birine benzetiyormuş ama hala anımsayamamış o kişiyi adam.
kim acaba?



koltuğa birlikte uzanıp tv izlerken , kollarının arasında uyuduğunu görmüş adam kadının. yüzüne dökülen saçlarını toplamış, öpücük kondurmuş.
yatağa götürmek lazım onu şimdi. burada sabahlanmaz.

ama bir 15 dakika kadar izlemeyi seçiyor kadını. nefeş alış verişi, arada hareket etmesi hoş geliyor gözüne adamın. sonra ellerini gezdiriyor kadının bedeninde. bir öpücük bırakıyor yanağına. kadın hissediyor öpücüğü ve açıyor gözünü.

"aa uyumuş muyum ben? rahatsız etmedim değil mi aşkım"diyor.

kalkıyorlar koltuktan.odalarına doğru ilerliyorlar. arada tutuyor adam kadını belinden.

odanın kapısında öpüşüyorlar uzun uzun.
yatağa doğru çekiyor kadını adam.

çok kutsal bir törene , kurallarına uyarak katılıyorcasına, yavaş yavaş soyuyorkadını adam.
sonrasında o da adamı.
çıplak kalmak çok doğal gibi artık. düşünmüyor adam artık " kim bu kadın?" diye.
bir ilişkileri var. birbirini yormadan, sorgulamadan, irdelemeden. sadece ortak bir istekte buluşup yaşıyorlar .

kendini adama sunması hoşunu gidiyor. sanki her gece ilk defa gibi heyecanlı, ama yıllardır yaşanılan bir memleketmişcesine tanıdık kıvrımlarda geziniyor adam.

sevişmeleri saatlerce sürüyor. ama sanki her şey bir iki saniye de yaşanıp bitiyor gibi
sevmek bir ömür sevişmek bir dakika şarkısı kıvamı geçiyor zaman.

sonra yine birlikte yanyana uzanma faslı geliyor.
yanyana uzandığında süzüyor kadının bedenini adam.

geniş kalçasını, hafif etli göbeğini, büyükce ve biraz önce istekle sıktığı göğüslerini, hafif aralık şekilde uzattığı bacaklarını, ısırılası ayak bileklerini...

biraz dinlenip kendine geldiğinde sarılıyor adam kadına, zaten bunu bekliyor o da.
sonrasında güzel aşk cümlecikleri fısıldanıyor kulaktan kulağa.

"keşke gitmesen işe, sürekli burda kalsak "diyor kadın.dudaklarını uzatıp, biliyor buna sinir olduğunu adamın.
" ısırırım "diyor adam.
kikirdiyor kadın.

şakalaşıyorlar, birşeyler fısıldıyorlar birbirine. kimsenin duymasına gerek kalmayan, adamın da sürekli kullanmadığı aşk cümleleri kuruluyor.
saçlarını kokluyor sonra adam kadının, iyice sıkı sıkı sarılıyor bedenine.
" iyi uykular" diyor adam

iyi uykular kadınım, iyi ki buradasın...









18 Ocak 2010 Pazartesi

boş bir gün nedir?

olmayan bir erkeğe, yaşanmayan bir duyguya her yazdığım cümle de, kendimi kaybetip birilerini bulduğumda ya da birilerini kaybedip kendim tamamlandığımda karmakarşık bir ruh hali yakamı bırakmaz oluyor. yaka silkecek gücüm de yok gibi.

bugün bir uzak şehir insanı ama kalp olarak yakın birinin telefondaki sesi beni tokatlar gibiydi. boş durma, boş geçirme vakti, derinlere dalma, derinlerde boğma kendini, sırf boşluğa armağan etmek için günü uyanma........

böyle giden cümleler karşısında gülümseyen bir kız olmak depresif yaklaşımlar içinde hayata gülebilmek olarak yorumlanır mı acaba?

nick cave bir şarkı söylüyor, şarkı da martıların yanık, saldırgan, delice, delici sesleri dolduruyor odamı ve ben boşa gitmiş bir günü bitirmek üzere gibiyim sanki.

boş geçen gün...
ne demek acaba bu?
ben yazarak bir şey ürettiğimi düşünürken, olmayan aşklara ağıtlar yakıp, olmayan olamayan , gerçekleşmeyen planları düşünüp derinleşirken içimde birilerinin bana boşa geçen günlere gelecekte ağlayacaksın demesi ne ola ki?

cidden boş mu geçiyor gün?
bilmiyorum ki . bilsem dolu etmeye çalışırdım.

gerçi sanırım bomboşum, işe yaramaz mıyım neyim?
bilmiyorum ya bak gene kafam dağıldı.
en iyisi sözde boş günü susarak ve şarkı daki martı sesleriyle bitirmek.

17 Ocak 2010 Pazar

green grass



lay your head where
my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me

come closer don't be shy
stand beneath a rainy sky
the moon is over the rise
think of me as the train goes by
clear the thistles and brambles
whistle didn't he ramble
now there's a bubble of me
and it's floating in thee
stand in the shade of me
things are now made of me
the weather vane will say
it smells like rain today
god took the stars and he
tossed 'em can't tell
the birds from the blossoms
you'll never be free of me
he'll make a tree from me
don't say goodbye to me
dscribe the sky to me
and if the sky falls mark
my words - we'll catch mucking birds

lay your head where
my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me

tom waits' den dinlemesi acılı ama cibelle yorumu ise insanın ruıhunu okşayan bu şarkıyı dinlemeden edemeyen bir bünye olmaya başladım gene.

her dinleyişte ruhunuz koşuşturur ıslak çimenlerde. hep mutlusunuzdur hem de buruk bir acı vardır damağınızda.


aynı şarkının şu videosunu da koymalıyım. bu kızlara hastayım.

16 Ocak 2010 Cumartesi

karanlıktakiler

ışıklar söner,
bir sen kalırsın, bir ben.
adımızı bilsek de, seslensek de,
ses versek de,
işe yaramaz tüm bu olan biten.
sıfatımız, karanlıktakiler olur.
varlığımız siyahlar içinde,
sesimiz boşlukta.
ışıklar söner,
bir çığlık kalır,
bir iki silüet,
gören gözümüz bir tek karanlıktakileri bilir,
bir tek onların sesi ve adı gerçek kalır,
gerisi ise yalan...

her temas iz bırakır

dokunuşlar,
küçük parmaklarının bedenimdeki sehri,
ilk kez yola çıkmış bir kaşif gibi,
yavaş yavaş, ilerleyerek, tanıyarak.
öpücükler,
etli,renkli dudaklarımdaki buselerin,
tadı damağımda kalsın diye çalınmış ,
bir parmak bal gibi.
varlığın,
aşkımın gerçekliğine atılan bir imza gibi,
ilk kez okumayı öğrenen çocuk ilgisiyle,
istekle, heyecanla, gün ve gün büyüyerek.
ve tüm bunlar birer iz,
birer ben vardım bu kadında sizden önce demek ister gibi,
her temas iz bırakır işte,
her erkek , her aşk bir yerde ilerleyen sülük gibi
iz bırakıyor, her temasta bir kadında
ve izin kelimeleri dökülüyor kağıda

13 Ocak 2010 Çarşamba

beş dakika iki saniye

sonsuza kadar beraberiz diyordu
lakin limitliydi herşey işte
mutluluklar acılar
azı karar çoğu zarar diyordu atalar
bizse çok sevmeyi, çok öpmeyi hedefliyorduk
sonsuza kadar beraberiz diyordu
lakin kısaydı ömür işte
birlikte olunan zamanlar
günler geceler saatler
zamansız yolculuklar var deniliyordu kitaplarda
bizse zamansız, yersiz sevişmeleri hedefliyorduk
sonsuza kadar beraberiz diyordu
lakin bilmiyordu işte o bir şarkıydı
beş dakika iki saniye sürüyordu...

12 Ocak 2010 Salı

en korkunç rüyamda gizli kahraman gibisin,
en bilindik cümlemde ise özne.
o yüzden kifayetsiz değil sana sevdam
çok basit sadece bir kaç cümle...

hayal bu ya 2

işten her zaman ki yorgun haliylele gelmiş eve adam.
anahtarla kapı açmış.
gece yaşadıklarını hayal mi gerçek mi ? diye düşünecek bir hali var mı ? onu bile düşünmüyormuş.
odasına doğru ilerliyor, koridorun ışığını bile yakmadan.
yatağında bir kabarıklık görmüş..
hahah
uyuyor mu bu hala?
hay maşallah
: )
gözünü açıyor adamın geldiğini anlıyor sanki, hissediyor hemen.
"aa geldin mi sen?"
"yok gelmedim , yahu kadın uyuyor musun sen?"
"yaa seni bekliyordum, ne zaman geleceğini sormamışım, kitaplarından birini okurken uyuyakalmışım" diyor.
sonra kalkıyor ayağa, yorgun musun?
öpüyor adamı, ne kadar çok özlemiş.
"hadi" diyor "duşa gir sen, işten geldin iyi gelicektir sana."
söz dinleyen biri oluyor o an adam.
duşa doğru gidiyor, soyuna soyuna...

duşta güzelce yıkanmış, tam çıkacakken elinde bornozla gelmiş yanını adamın kadın. üzerinde bir havlu.

kuruluyor adamı , bornozunu giydiriyor öpücüklere boğarak.
sonra havlusunu atıveriyor tam adam duştan çıkarken...


ama yapılır mı şimdi bu?
"ee sende gel "diyor hınzırca gülümseyerek

duşta, küçük aşıkları oynuyorlar.

duştan çıkıyorlar sonra, aynı havluyla kurulanma çabası hoşuna gidiyor adamın.

sonra kadın adamı çekiyor yatağa.
ıslak saçlarındaki kokuyu çeke çeke dinleniyor erkek, kadın kim düşünmeden hemde....

9 Ocak 2010 Cumartesi

hayal bu ya

sevdiği bir manzarayı izliyordu adam.
kulağındaki melodiyi içine emiyordu.
evin içinde yumuşacık sesli, tenli, sıcacık gülen bir kadın beliriyordu sonra. hatta cama yansıyordu kımıldayan bedeni.

sarılacakken adama, dönüp bakıyordu onun yüzüne şaşkınlıkla adam.

gece mavisi body var üzerinde kadının.

masa hazırlamış adama. onu söylüyor.
adam ise " bu saatte yenir mi?" diyor.

gülüyor.
gülüşüne kanıyor kadının adam .
ne güzel konuşuyor.dolu dolu...

bilerek mi yapmış ne?
planlıymış bir şeyler sanki....

hep sevdiği şarkılar odayı dolduruyor adamın , kadın sesinin yanında.

susmayı seçiyor adam.anı yaşıyor.
niye acep?

amacı özel kılmakmış gecesi.
bakmış adam bu ara yorgun bıkkın, biraz sıkılmış bir halde.
düşüncelerle dolu beynine bir teneffüs vermek istemiş .

şarkıları, yemeği, kıyafetlerini hep duyularını mutlu kılıcı olarak seçmiş.

yemeğe başlıyorlar ikisi de .

yemekten zevk almış gibi yüzü gülüyor adamın.ayrıca şaşkın.
"bu kadar mı olur yahu "diyor gibi yüzü.

her şey ne kadar da hoşuna gitti.

....
bitiyor yemek.
kadın,
eline sevdiği içkiden veriyor adama, camdan o manzarayı izlerken kendisi masayı topluyor.

birinin onun için koşuşturmasını izlemeyeli çok mu olmuş ne? kadını şaşkın ama bir yandan hayran hayran izliyor.

uyku çöküyor gibi adamın gözlerine,
elindeki içkiyi bırakıyor. camdan şehrin manzarasına bakmaya devam ediyor. arada cama yansıyan kadını izliyor, ona bakınca gelen uyku siliniyor gözünden.

gece mavisi bodysi ne de yakışmış sıcak güzel kadına.
arkasından gelse, adam izlerken camdan şehri bir şeyler fısıldasa kulağına ...
o an aşık olucak gibi adam.

gece ne güzel çökmüş şehre, odanın loş ışığı ne de canlı kılıyor adam ile kadını.
adam şehri, kadının hayalini kurarken birinin salınarak yanına geldiğini anladığında,dönüp bakıyor arkasına.
gülümsüyor kadın. biliyor mutlu oldu erkek.
yaptığı planlar işe yaramış.

sarılıyor sonra adama.
sanki ilk defa sarılır gibi, ne kadar da heyecanlı.
titriyor mu ne?
kolay mı sarılırken titremek?
diyecek bir şey olmalı?

sonra kadın bozuyor sessizliği bir şeyler söylüyor.

geceden dolayı mı yoksa adamın mutluluğundan mı bilinmez kadının sesi melodik geliyor kulağa...

şaşkınlıkla, heyecanla dinliyor erkek onu.

titreyen ellerini tutmak istiyor adam.
bir eli tutmak ne kadar da anlamlı.
bunu düşünmüyordu oysaki. bir elde anlam aramayalı uzun mu olmuş ne?

çekiyor adamı küçük adımlarla ilerletiyor. şehrin manzarasını gören camın karşısındaki koltuğa.
oturuyorlar.
ne kadar da rahat.
uyusam burda, kızar mı ki ?diyor içinden adam.

masal gibiydi gece.
küçük çocuk yüreği dinlenmeli sanki adamın

ak yumuşak teni gene yakınında.
dizine çekiyor başını adamın .
bir dizde yatmak filmlerde olmaz mıydı?

dizinde başı adamın , uzatıyor bedenini...

manzara değişti.
şimdi gece gözlü bir kadının dizinde erkek.
manzarası gece kirpikler...

fısıldıyor bir şeyler.
ama aklında bir sürü soru adamın.
kadın kim?

bu heyecan niye?

kadın kimliksiz, sıfatı ise aşık.

bir anlık heyecanı için burada.
sırf adam mutlu olsun, o da bir gece yaşayabilsin diye işte bu oda da....

ak teni, siyah kirpikleri, alnına dökülen saçları...
birine benziyor ama hala tanıyamadı adam.
eskilerden biri mi?

"yok sanmam" diyor.
hiç biri böyle kokmuyordu.

yumulan gözlerine dokunduruyor parmağını kadın.

uyuyor musun?

gülümsüyor adam. .
cevap bu değildi sanki, ama ne önemi var.
gülümsemesi anlamlı geliyor kadına,hoşuna gidiyor.

"seni seviyorum ben" diyor.
bunu duyuyor adam.
iyi de buna ne gerek vardı ki şimdi?

sevdği bir şarkı kulağına ilişiyor.

keman mı çalan?
manzaraya bakan kadının bakışlarını izlemeye çalışıyor.

tam ağzı açacakken adam bakıyor kadın.
"sus, bak ne güzel gece "diyor.

"seversin sen, şehrin üzerine inen geceden kalanı izlemeyi".

gün mü doğuyor ne?
tan kırmızı kadının dudağı mı gökyüzü mü?

manzaraya bakan iki insan bir koltukta.
kim o bilmiyor hala adam.
bilmek çokta önemli değil gibi sanki.

nasıl da izliyor sabahın oluşunu, gecenin tükenmesini, günün merhabasını...

kırmızılık yüzüne renkler bırakıyor kadının.
her sabah bu kadar güzel olur mu ki? sorusu geçiyor içinden.

her sabah bu kadar güzel olur musun sen? diyor. bunu dediğine bile inanamazken.

bakıyor adama, gözleri ne de büyük.
kalbimle beraber alır mı ki bedenimi o gözlerin içine? diyor adam

"bilmem" diyor, yanakları kızararak.
"ben biliyorum "diyor."güzelsin sen, gecemiz gibi. hatta bu güne merhaba diyen şehir gibi..."

günün ilk kırmızısına yaklaşıyor kadının.
çalan şarkıları bile duymuyor kulağı adamın. uzun süredir atmaz mıydı bu kalp bu kadar heyecanlı?

doğruymuş hiç tanınmayan bir tene yaklaşmak ilk defa feci heyecanlıymış.

gözleri yumulu, kırmızılığı buluyor dudaklarında, aynı güneşin şehri gece siyahından ayırıp bulduğu gibi...

gözünü açıyor sonra adam.
dün gece kurduğu saati çalıyor.
peki kadın nerede?

hayal bu ya.... gelir belki gene.

8 Ocak 2010 Cuma

negatif

her dokunduğum yeri kurutan ellerim,
kendi içime bir orman kurma çabasında .
olmayacak duaya amin demeye alışkın dudağım,
nasılda güzel şarkılar mırıldanmakta.
tüm bu dengesizliğin adıysa sadece ,
içimdeki savaşı görenlerin anlayacağı dilde.

"piedra ırmağının kıyısında oturdum ağladım" kitabından alıntıdır

"tanrı, güneşi her gün yeniden doğdurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize.. oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz.. ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyülü anın varlığını keşfediyor.. o büyülü an belki de sabah anahtarı kilide soktuğumuz dakikada, akşam yemeğini izleyen suskunluk sırasında, bize birbirinin benzeri gibi gelen bin bir şeyde gizli.. ama öyle bir an var ve işte o anda yıldızlar tüm güçleriyle içimize doluyor ve bizi mucizeler gerçekleştirmeye hazır hale getiriyor.

mutluluk kimi zaman bir kutsamadır - ama çoğu zaman bir fetihtir.. günün o büyülü anı, değişmemize yardım ediyor, bizi düşlerimizin peşinde koşmak için yola koyulmaya itiyor.. acı çekeceğiz, zor zamanlar yaşayacağız, ne var ki bunlar geçici, iz bırakmayan dönemler olacaktır.. ve daha sonra geriye dönüp gururla ve inançla bakacağız.

kendini tehlikeye atmaktan korkan kişiye ne yazık! çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek.. ama dönüp de arkaya baktığında (çünkü her zaman, sonunda dönüp arkamıza bakarız), yüreğinden şu sözcüklerin döküldüğünü duyacak:

tanrının, yaşadığın her güne ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? yaradanın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun.. işte, şimdi elinde kalan: yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği..

bu sözleri duyan kişiye ne yazık! mucizelere o anda inanacak, ama varlığının büyülü anları geçip gitmiş olacak.."

(deneme)

bir geceydi sanırım karşıma çıkmıştı, sarhoştu. gözlerinin içine kimseyi sokmuyordu, belliydi. hiç sarhoş gibi değildi bakışı çünkü. yorgundu, yorulmuştu, yormuşlardı onu.

bankta oturuyordum. yanıma yaklaşıp oturmak istediğini söyledi eğer benim için sorun olmazsa.
niyeyse hiç korkmadım? " tabiki "dedim. denize bakmaya devam ettim sonra.

sadece karşıya bakıyordum, elimdeki çantamdan çıkardım sonra oraya gelirken aldığım şarabı. bir ara yanıma baktım. orada sessizce izliyordu denizi, tıpkı benim gibi.

şarabı açmaya çalışırken döndü bana,
" yardım ister misiniz" dedi gülümseyerek. gülerken dudakları iki yana açılıyordu, gamzeleri ben buradayım diyordu o an sanki dile gelip. gamzelere dalan benim elimden aldı şişeyi.

nasıl yaptı bilmiyorum? bir anda açtı ve uzattı, oysaki ben hala gamzelerindeyim onun. tanımadığım bir sarhoşun gamzesine takılacak kadar aç olduğuma kızıyor, sövmeye başlıyorum sonra.

sonra başlıyorum içmeye, o hala yanımda sesini çıkarmıyor hiç. nasıl sarhoş bu, biraz önce sendeleyerek yanıma gelen o değil miydi?

tutamıyorum kendimi, bakıyorum elindeki içki şişesini bankın yanına bırakıyor, atlıyorum hemen.

" şarap içer misiniz?"

şaşırıyor, " olur mu ki?" diyor.

canım boş içki şişenize döksem içebilirsiniz değil mi? diyorum .

"ne kadar yaratıcısınız "diyor gülümseyerek. bak gene gamzeleri karşımda.

şaraptan döküyorum şişesine.
içiyoruz.
sanırım içki vermem onu rahatlatıyor başlıyor konuşmaya.
"deli misiniz siz ? "diyor birden.
"evet , deliyim de ne oldu ? " diyorum.

"bu saatte bir bankta, benle oturmanız, içkinizi paylaşmanız normal insan davranışı değil çünkü" diyor.
susuyorum.
susuyor.

"sevgilimden ayrıldım ben, uzun süre oldu. ama hala onu özlüyorum sanki. sürekli burada buluşurduk, hatta fenerin orda kayalıklarda içerdik. güzel dudakları vardı. şişeyi onun dudaklarında görmek içki içmekten daha çok sarhoş ederdi beni. sonra bir şey oldu, orasını unuttum. ve bitti. hayal gibi yok oldu.
sebebini unuttuğum için her gece geliyorum ben buraya.
fenerin orada geziniyorum, kayalıklara bakıyorum. sonra sabah oluyor. anlıyorum ki gecenin suçu yok muş ayrılmamız da. "diyor.

donup kalıyorum. yudumluıyoruz içkilerimizden.
"size niye anlattığımı mı düşünüyorsunuz?" diyor. " hayır "diyorum.

"ben de sevgilimden ayrıldım, uzun süre oldu. onunla bu bankta içki içerdik. hatta dediğiniz fenere giderdik. kayalıklarda üşüdüğümüz olurdu ama ellerimizi bırakmazdık. sonra bir gün bir şey oldu, orasını unuttum. ve bitti. hayal gibi yok oldu. "

deli misiniz? diyorsunuz ya, evet deliyim. hem de kendimle konuşacak kadar.

nasıl yani? diyor. yorgun gözlerini kocaman acarak." benle konuşmuyor musunuz siz?"
" bilmem, ikimizin de eski aşkını araması aynı yerde çok ilginç gelmiyor mu size ? "diyorum.

o an birden her şey değişiyor.
elimde şarap şişem, banktayım. denize bakıyorum dik dik.
sonra tanıdık bir ses duyuyorum fenerin orada.kayaların orda el ele biriyle.
ben ilk tanıştığımız bankta otururken yine, o içine hapsolduğum gamzelerini bir başkasına sunarken, ben kendimle konuşan bir deli oluyorum.

soru

huzurlu hissetmek nedir diye düşünüyorum bugün.
huzur nedir?
hissetmek ne kadar insana?
his neydi?
tüm sorular cevapsız olmak için mi var? yoksa verilen cevaplar işime gelmediği için mi cevapsız gelir hep sorular?

soru işaretleri birbiri ardına sıralanırken ben sadece düşünüyorum. düşünüyorum öyleyse varım diyemiyeceğim. çünkü ne zaman düşünsem burada olmuyorum. beynimin içindeki artık bilimsel adı her neyse o kıvrımların arasında geziniyorum. geçmişime göz atıyorum, aynı soruları oırada görünce " yuh artık 25 yıllık ömür de bir kere de olsa doğru cevap bulunmaz mı?" diyor sövüyor bugüne geliyorum. o yolculuklar sırasında yoruluyorum, yoruldukça gözlerimden aşağı inme isteği doğuyor. ağlasam da aksam beynimin oradan gözlerimin içinden.
akışkan bir halim olsa, kekremsi bir de tadım. sonra yok olsum. gerçi varlığımı kimse bilmiyorum gibi ya da kimse aslında gerçek varlığımı bilmiyor gibi.

ne diyordum nereye geldim bilmiyorum, feci bir dengesizlik içindeyim bugün. tüm can sıkıntısı sorular içimde.

huzur neydi?
beni bu kadar huzursuz kılan neyse içimden söküp atma ihtimalim var mı?
huzurlu olunca mutlu olma anahtarını elime verirler mi?
verilen anahtar her kapıyı açar mı?
açmazsa gene de mutlu olur muyum, huzuru bulur muyum?
ahanda soru, biliyorum cevap verenimiz yok.

7 Ocak 2010 Perşembe

ağlaşmak, içki, yalnızlık, boşluk...



o mahur beste çalar müjganla( kirpik ) ben ağlaşırız...

son günlerde bir bakıyorum , tüm melodilerin içinde ne bir cümlesine tutunup kalacağım anımsayacağım bir anım var ne de bir sözü paylaşacak dostum. herkes kendi derdindeyken ilgi istemek ne saçma.

bir yanım kocaman muhtaç işte. ilgiye aç bir kalp sanki bedenim, sadece ondan oluşuyor.
müziğe aşık ben , gene veriyorum kendimi tanınmadık melodilere, bazense eski şarkılardaki başkalarının hayalini, yaşanmışlığını kendime dert ediniyorum.

şimdi tüm bunların yukarıdaki şarkıyla alakası ne derseniz işte oraya gelicem bu tüm bu muhtaclıgımı dedikten sonra .

dostlar vardı, bir araya gelen insanlar, paylaşımlar bitmeyen sohbetler...
sonra büyüdük. ya da büyüyen beyinlerimiz, bedenlerimiz , işlerimiz görevlerimiz oldu.
sandık ki kalplerimiz herşeyi alabilir içine yeni tanıdıklarımızı, eski dostlarımızı. sığar sandık herşey içine sığmadı.
önce dostlar azaldı, görüşmeler azaldı. kısa süre de çok şey konuşma derdi kapladı. sonra konuşulacak konular azaldı. ve sonra bir baktık bir mahur beste çaldı ağlaşanlar ise ben, göz , kirpik, kalp...

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız ...

hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı ...

bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra ...

simsiyah bir teselli olur belki kalanlara ...

o mahur beste çalar, müjganla ben ağlaşırız

yoruluyor insan, hep biri olsun istiyor yanında.
ilk okula giderken aynı mahallenin yaşıt kızı oluyor, okul yolu paylaşılan
sonra kaç yıllık arkadaşınız yerini alıyor lisede beli kıvrılmış etekle kıkırdayarak yolda yürürken,
üniversite oluyor önce yurt arkadaşı, sonra kanka sanılan insanlar.
hep yürürken yanınızda, sınav zamanı sabahlamalarınızda,gece eğlencesinde içkinizin yarısında...

sonra birden ışık mı yanıyor sönüyor bir bilmem kimse kalmıyor. kalan sizse alışkın yanınızda yürüyen birine. sonra karşı bir cinse ihtiyaç duyuyorsunuz. cinsellik pekte umrunuzda değil aslında. biri olsun yanınızda, yürüsün, desteklesin. ama olmuyor, hiç bir şey sizin hayaliniz , istediğiniz gibi değil işte.

sonra şarkılara veriyorsunuz kendinizi, olmayan dertlerinize yanıyor, yaşanmamış aşklara ağlıyor,olmayacak hayallere dalıyorsunuz.

bazen bir mahur beste çalıyor, müjgan gelse de ağlasak diyorsunuz.
müjgansa hiç hayatınızda olmamış onu şarkı bitince , sonra anlıyorsunuz.
ve şarkıdaki söz geliyor aklınıza ;

bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

6 Ocak 2010 Çarşamba

I can't say no to you



closed eyes in the dark
whispering when no one's around
the night sky looks like blue (?)
my touch does not affect you

i wait for the night to follow me
like sugarplums, like sugardrops
i wait for the night to conquer me again
i can't say yes, i can't say no to you

we bring our stories with us
we light a candle for beauty's sake
are you feeling the bliss?
i am dying
i am

i wait for the night to follow me
with sugarplums, with sugardrops
i wait for the night to conquer me again
i can't say yes, i can't say no to you

i wait for the night to conquer me again
i can't say yes, i can't say no to you

HEY SEN, HAYIR DİYEMEYECEĞİM NERDESİN?
BEKLEMEKTEN ÇOK SIKILDIM BEN : (

5 Ocak 2010 Salı

sanırım

satırların arasına gizledim aşkımı,
isyanımı sığdırdım bir şişeye fırlattım.
bedenimi ise bir pandora kutusunda sakladım ...

sonra ne mi oldu bilmiyorum ? sanırım artık yokum.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Everybody Loves Me But You



ah beya ablam ne güzel söylemişsin, ah nasıl yapmışsın bunu.

blog blog dolaşıp ruhumu uçuştururken koymuş bir insan evladı al demiş dinle arkadaş, dinle de bul belanı : ) öyle dememiş canım ama ne güzel etmişte , koymuş bu şarkıyı oraya.

aylar oluyor cold case' de duymuştum bu şarkıyı. göbeğim çatlamıştı şarkının adını buluncaya kadar.
şarkının caldığı sahneden önce " kız beni özgür bırak" diyordu filmde. anam ne ağlamıştım. arada olur, korku filminde misal vampir ölünce ağlayan insanım ben. neyse işte.

güzel şarkı. kendime söylüyorum. sözde herkes seviyor seni bir tek sen sevmiyorsun beni diyorum. sevsen olmazdı sonumuz böyle.

saygılar.

karyatid' ten karya' sına

bir kaç hafta önce yazılmış olsa da paylaşmak istedim, niye bilemedim şimdi?


çok klasik belki.
ama anımsamak lazım bazen geçmişteki hayalleri.
bir sabah tv kanalında gördüm bu klibi.
yıllar öncesine gömdüğüm karya adlı kızım gözümün önünde canlandı ister istemez.
unutmadım seni karya, lakin özlemedim de ... özür dilerim kızım



...........................



kızım,
hayalini kurduğum hayatın yakınında değilken, baban olur diye düşündüğüm adamın anısıyla yaşamayıp bir başka tenlerde senli hayalleri ararken geçti bir çok yıl. sonra bir şey oldu ve ben hayal kurmayı unuttum. ya sevgiler gerçek gelmedi, ya kurulan hayallerin gereksiz olduğuna inandım . bilemiyorum.

ama seni o gün bıraktım. neredesin? hangi karanlık düşünce içindesin ? diye merak bile etmedim.

yolda gördüğüm kız çocukları da canımı acıtmadı. seni bıraktığım gün. yalnız bir kız oldum. ne sana baba olacak bir sevgilim oldu, ne adayım...

arada bir şarkı da andım seni o kadar. bir karya vardı dedim cümlemin devamı gelmedi.

sonra bir gece yarısı, ki o bu gece oluyor, başka birinin gerçekten sevilen, seven bir kadının seni ya da adaşını sahiplendiğini gördüm.

o an aklıma geldin kızım.
affet. melekler ve hayaller dünyasının içinden seni yıllar önce çıkarıp, bedenini şekillendirdiğim, hayaller içinde oynatıp, giyisiler giydirip gezdirdiğim ve sana insan sıfatları eklediğim ve ardından seni insanı hırslar, çelişkiler içinde yok ettiğim hayallerim gibi unutup, silip yaktığım, birden seni yok saydığım için beni affet.

biliyorum. okumayacaksın bunu.
okusan da kızıcaksın. başarısız birinin kızı olma hayali bile can sıkıcı gelicek.

kızım,
karyam. sanal bir dünyadaki ismim bile senle başlıyor. düşün artık ne kadar uzakmışım sana.
......

düşmanım

ahmet telli' yi anıyorum bu ara,
72 gün bir dolapta kilitli olmak ne olaki diye düşünüyorum çokca.

17 gündür uyku denen şeyin ne kadar gereksiz, saatlerin ne kadar aslında çabuk geçen bir sistem, günün 24 saatinin ise ne kadar dolu olduğunu öğretiyor hayat bana.

gerçi öğrendiklerimden ders almayı sevmiyorum, tecrübe denen şey sadece kek yaparken işime yarıyor. baktım bir şeyi fazla ya da az ekliyorum bu kadar...

ama lanet dünya öyle mi? eksiğim , fazlam, isteğim, nefretim bu kadar mı birbiri içine girer?

bilgisayarın yanındaki dolapta duran aynaya bakıyorum, yansıyan insanın içindeki o karışık, o fazla dağınık ve içsel kirliliği istemeye istemeye yaşayan bana bakıyorum. görmek istediğimden uzak bir beynimle bir düşmanı izler gibi süzüyorum.

hep derim insanlar iplemez bu sözümü ben kimseden korkmam allah' tan ve kendimden korktuğum kadar. O çizer bense tüm renklerin üzerini siyaha boyar yaşarım. en büyük zararı kendime ben veririm.kendimden korkuyorum. kendi kendimi kuyulara, şarkılara, yalanlara, sanal varlıklara bırakıyorum.

bak yine düşmanca davranıyorum kendime.
yaptıklarım ne kadar yakışır bu yaştaki, bu durumdaki, bu hayattaki insana?

boş işler, evet böyle bir kurum olsa müdürü olurum.

çok karışık yazdım gene.
o kadar dolu ki içim ve bir o kadar boş
ne işe yaramadığım uzuvlarım var.
kesip atsam kanar mı?
kan kırmızı siyah ruhumu boyar mı?


düşmanım,
kendi kanımla kendimi boğanım.
ruhumun katili olmamak adına,
tüm bu kirliliğe ayak uydurmamak adına,
ve bedenimin hakim olduğu dünyaya
bir veda etme vakti geldiği hissinde,
ama bir o kadar da hala bu memlekete kazık çakma sevdasında,
olabilecek kadar kendime düşmanım.

3 Ocak 2010 Pazar

merak ediyorum.

güneş uzak bir şehrin üzerinde doğmak üzereyken,
sen, ben, biz, onlar,
gece siyahına gömülmüş cümlelerimizle hikayeler yazarken,
bir yandan melodiler arası bir hayali seçerken,
bizim dışımızdakiler aydınlığı,
bizse yine kendi siyahlığımızın gecesini yaşarken,
birileri gözümüze ışık tutsa korkar mıyız?
işte en çok bunu merak ediyorum.

2 Ocak 2010 Cumartesi

şiirlerin

yorgunsun ,
bir ırmağın taşkın suyuna takılmış bir dal gibi,
ve ürkek,
orman da yitirmiş benliğini sanki .

kaygıların diz boyu balçık,
kederin duman duman tüten bir baca misali.

gidiş gelişler kısır döngü gözünde,
umut çoktan yerlebir olmuş bir antik kent gibi bir de.

bırakmışsın tüm bunları gördüğün hayatını,
olan biten ne kadar anlamlı olsa da kabullenememişsin,

durmuşsun, kalmış, bakmışsın.
batan güneş gibi yiten zamanını
sadece şiirlerinde anmışsın.

sevişmek

arzu ve heyecanla başladı herşey
sonrasında hayvanlaşan iki beden
yılan gibi kıvrılmalar, kıvranmalar
kırılmadan sokulmalar,bir olmalar
hepsi sevişmek adınaydı
günah yoktu, sevapsa inlemelerle dirilen bir olguydu
durmalar yoktu, zaman boldu
yer ipekten
bedenler süttendi.
akışkanlık vardı her yerde
en derine varma çabası işin cabasıydı
sevişmekti bu işte
kadını kadın adamı adam yapan
tüm uğraş var olmak adınaydı...

biliyorsun

biliyorsun, eskitiyor zaman insanı,
en olmadık zamanda geliveriyor acılar,
yüzüne gerçekler vuruveriyor.
ve biliyorsun işte tüm bunlar insanlığını sorguluyor.

gece gündüz kısır döngü hep birarada,
sense bir küçük canlı hangi arada olduğun kayıp?
ama yine de biliyorsun işte,
varsın, canlısın, ayakta...