23 Kasım 2009 Pazartesi

.



oturup izliyorum alemi ve sonra yazıyorum. yazdıklarıma ise sadece ben ağlıyorum...

yol

her erkek bir yoldu benim için,
her yolculuk uzunlu kısalı ilişkiler.
her çetin yol bir kavuşmaydı.
her kavuşma yeni bir yol.
her yol bir erkekti
her santimi güçlükle keşfedilen.
yolculuklar sonsuzdu,
biletim ise kadınlığım...
yollardayım gene.
bilmediğim bir adamın teninde gezindim
günahı, yalanı unutup.
her adımın heyecanlı,
her adımım gerçek,
her adımım anlık.
yollardaydım bugün,
bir kez daha gidilmeyecek bir şehre
yolculuğun sonundayım.
aynı aşk gibi...

yollardayım, yollar paramparça



çok sevmezdim bu adamı. yani severdim de bir yere kadar derdim. canımı acıtmasına izin veremiyeceğim peh derdim. bir yere kadar dinlerdim kendisini.
ama dün bir şey oldu
ne oldu bir bilsem ama bir şey oldu.

arkadaşlarla deniz kenarı küçük bir kasabadayız. dostumun mp3ü kulağımda. başladı bu cem adrian başlamaz olaydı.
her adımda bu şarkı oldu içimde.
otobüse bindik dönüş yolunda hala bu şarkı.
durumuda uyuyordu anasını satayım.
yapma oğlum böyle şarkılar diye mail atasım var şuan. yazık bize.
bu kadar mı yahu insanlar ortak şeyleri yaşıyor artık.
canı sıkılınca yazmış olamaz değil mi bu şarkıyı bu herif ha söylesenize bana.
yazık...
keşke yazmasaydı, keşke dinlemeseydik...

ağlıyorum. insan yollarda olduğuna ağlar mı?
ağlıyor muş.

21 Kasım 2009 Cumartesi

senden sonra
bir bilet aldım.
artık bilinmeyen yollara,
şehirlere, insanlara yolculuklarım...
senden sonra,
cadde üzerinde yol soran bir kız oldum.
kim nereye yollasa gittim.
kaybolmuşluğumu ise sadece kendim bildim...

ı wish this would be your color



sustum dinliyorum...

gitmek istenilen evim nerede? var mı ki öyle bir yer?




ışıklar sönüyor ve görülemiyorum
aksi yönünde yüzmeye çalıştığım akıntılar
beni dizlerimin üstüne çöktürdüler
oh yalvarıyorum yalvarıyorum ve şarkı söylemeyi diliyorum

söylenmemiş sözlerden çık
kafamı taşımamalı mıyım ve
ismi konulamayan belayı
kaplanlar evcilleştirilmeyi bekliyor, şarkı söylüyorlar

sensin
sensin
karmaşa asla durmaz
kapanan duvarlar ve tik tak eden saatler
geri döneceğim ve seni eve götüreceğim
söylemeyi bildiğim melodiyi durduramam

denizlerimden çık
kaçırılmış fırsatları lanetle
ben tedavinin bir parçası mıyım
yoksa hastalığın bir parçası mıyım, şarkı söylüyorum

sensin sensin sensin
sensin sensin sensin
ve hiçbir şeyle kıyaslanamaz

sensin sensin sensin
evim evim gitmek istediğim yer

oturup izliyorum alemi ve sonra yazıyorum. yazdıklarıma ise sadece ben ağlıyorum...

kendimi anlatmayı sevip sevmemek arasında kalmışken
yazmak istedim işte. belki kimse okuyor yazan okuyan benim sadece belki de ama bilmiyorum bilesimde yok sanki...
ankara ne garip memleket
karşıdan karşıya geçerken ulus' ta ki o ulusu bulmak benim için devlet sorunu oldu : ) amcanın teki bana " tosunum karşıdan karşıya geçiyormuş "dedi. iltifat mı hakaret mi neydi düşünemedim açlıktan yorgunluktan. koca ankara' da sıcak bir yemek tüketmeden iki gün geçirdim. sanırım yabancı bir şehirde tek yaşamayı bilmiyorum henüz.

niye bu kadar saf , aptal kaldım diyorum şimdi kendime. niye bazı şeyler kolaycık ürkütüyor beni?
yoksa ben kendimden mi ürküyorum dur kafam karıştı şimdi...


dil tarih' ten çıktığım an kararan havaya baktım, hızla geçen otobüslere insanlara koşuşturmalara...
ben neredeyim oldum. neredesin gülşah tüm bu olan bitenin neresinde?

yok yok bu ankara işi çok iyi oldu.
vakıflar genel müdürlüğündeki bir beyin bunun ankaralı olmadığı gülen yüzünden belli şuna baksana aç, evsiz, yersiz bu saat olmuş buralarda ders ders bilgi bilgi diye kıvranıyor ama hala gülümsüyor diye betimlemesine beni şaşırarak mutlu oldum.
depresif yaklaşımlar içinde hayata gülebilmek bu demekki dedim. adam gülen yüzümü gördü. sorsana hacı içte neler oluyor?
amman iyiki sormadı.

ankara
iyi ki gittim .
güvercinlerin uçmaya üşeniyor ama olsun. gökyüzü grimsi ama olsun güneş sennin üzerinde de doğuyor bunu gördüm ben: ))

edit.yazı sanki başka bir şey anlatacakkken angaraya teşekkürle bitmesi dengesizliğimi mi yansıtıyor acep?

17 Kasım 2009 Salı

büyüyorsun değil mi çocuk

büyüyorsun değil mi çocuk,
tüm içindeki küçüklüğe rağmen gün geçtikce.
ürküyorsundur da hala karanlıktan,
kimsesizlikte canını sıkıyordur her zaman.
ama yine de
büyüyorsun değil mi çocuk?
büyümek yalnızlığı da yanında getirecek biliyor musun?
kimsesiz olucaksın karanlıkta.
kocaman siyah gecelerin olucak ,
insanlar gün ışığında dans ederken.
ama yine de
büyüyorsun değil mi çocuk?
anne karnı iyiydi diyemeden
ve belki de sadece rahatı anne karnı dışında göremeden.
yuvan olucak, kalabalık olucaksın
ya da tek olucaksın ama ayakta.
büyüyorsun değil mi çocuk?
tek başına yolculukların olucak,
tanımadığın insanları seveceksin bilmediğin şehirlerde,
hissetmediğin iklimlerde üşüyecek, terleyeceksin.
ama yine de
büyüyorsun değil mi çocuk?
sırf hayat senden bunu istediği için belki de...

gittiğim her farklı şehirde
gördüğüm her erkekte seni aramak varken,
ben kör olmayı seçtim.
ne bir erkek gördüm ne farklı bir şehir.
her yer bana deniz kenarı küçük şehrimiz.
her çift biz sanki, bak el ele gezen...

16 Kasım 2009 Pazartesi

senden sonra
tek derdim kuşlar oldu.
onlarla beraber baharda gelen sen,
onlarla gittin kış geldiğinde.
o yüzden artık
aşklarımda kuşları takip eder oldum.
her bahar aşık olup,
sonbahar da yok oldum...

13 Kasım 2009 Cuma

senden sonra,
bir çingene düğününe gittim.
yalınayak çocukların mutluluğunu izledim,
az parayla kocaman sevgiyi ,
yaşayan çiftle göbek attım.
anladım ki para değil saadet,
umut yeşertmekmiş beraber.

12 Kasım 2009 Perşembe

hep hatalardan gidiyoruz hayır olsun bakalım




don't need another resolution
to feel as though ı'm going somewhere, somewhere.

you said you needed me,
or at least that's what i thought.
at times the memories
seem to be knocking at my door.
ı've seen the film a million times
feels like i wrote the storyline
i refuse to replay
the mistakes that we made yesterday.

refrain
they were yesterdays mistakes (repeat)

i like to think ı'm stronger now
victim of common sense
the truth is that i know i still
confuse the past with the present tense
condensing what we had
to a single frame
that sticks in my mind
when i try to move on
the same image comes back every time

refrain

forgive my selfishness
i'd be grateful if you can
forget my ingratitude
you think ı'm twice the girl i am
they say we should forgive
but not forget
what has gone before
i refuse to replay
the mistakes that we made yesterday

refrain
they were yesterdays mistakes
yesterday's mistakes
i refuse to replay the mistakes that we made yesterday
diyi ne demek istiyor valla bilmiyorum
ama bir şey demesede olur.
dinliyorum melodiyi, izliyorum klibi
gene yaptık bir hata, hayır ola diyorum...

hep hatalardan gidiyoruz

senden sonra
hayalleri yaktım,
umutları kuruttum,
hepsinden kendime bir taç yaptım sonra
artık yalnızlığın kraliçesiydim.
gönül tahtımda tek başıma...

10 Kasım 2009 Salı


senden sonra
takvimlerden bir gün seçtim.
en azından sen gittikten sonra
yaşanacak bir günüm oldu.
diğerleriyse senle yok oldu..

9 Kasım 2009 Pazartesi

özgür

özgür olmayı seviyorum ben
özgür olabilmeyi hayal etmeyi bile...
bir özgürlük çayına muhtaçken bile özgürüm gibi geliyor.

hayatımda boğulmaları sevmiyorum, fazla ilgi korkutuyor mesela çoğu zamansa gereksiz kalıyor.
son bir iki yıldır iyice bunalıyorum.
ruhum zaten beden denen kafeste tutsak, bedenim ise ev denilen benim için yarıaçık cezaevinde...
o yüzden özgürlük çayı dileniyorum.
bazen sömürülmüş bir şefkatle ellerini hala açık tutan bir dilenciyi oluyorum.
bazen bir isyankar ben napıp edip demlerim çayımı akıttığım kanımla, özgürlüğü isteyen ruhumla diyorum.

özgür olmayı istiyorum ve seviyorum.
evlenmeyeceğim mesela.
bu kafesten çıktığım gün kendim olucam.
bir ev istiyorum, çoğu kez aç kalmayı istiyorum, yorgun eve döndüğümde bir şarkı açıp duş almak. bir türk kahvesi yapıp birşeyler okumak, kendimle yaşamayı öğrenmek istiyotum. teklikte başarılı olursam o kadar hayatta başarılı olurmuşum gibi geliyor. belki yanılıyorum belki özgürlük bu değil ama bırakın da öğreneyim bunu.
öğrenmek için o kadar çok istiyor ve çabalıyorum ki...

horatius yıllar önce özgür insanı nede güzel anlatmış, sanki beni bilmiş sanki yıllar sonra hatta yüzyıllar sonra dünyaya gelecek ve günümüzde ıssız olarak nitelendirilen benim içinse yaşamayı ve özgürlüğü dileyen insanlar için yazmış bir şeyler...
ve demiş ki;
kimdir özgür insan? kendi kişiliğine
bütünüyle hakim olan;yoksulluktan,
ölümden,zincirden hiç korkmayan;
heyecanlarına karşı gelen,şan ve şaşaayı
hiçe sayan;kendi kendine yetip de
başkasından hiçbir şey beklemeyen;
takıntısız bir küre gibi pürüzsüz,
talihe karşı pervasız,akıllı
ve yapayalnız olan insandır.


yapayalnız ve özgür bir insan olabilmek, özgürlük çayını yudumlayabilmek ve onu içerken
kunduram sandukam zembilim dinleyebilmek dileğiyle...

o şarkı ne alaka diyenler için ona da değineceğim bir gün..
ama o gün değil bugün

AYNI YALINLIKLA ÖLMEK İSTERİM

Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

Jose Marti
Çev. Ataol Behramoğlu

yeniden doğuş

Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.

Ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım!
Yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,
şapkasını kaldırarak,
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle “günaydın” diyen.

Yaşam belki de o tıkalı andır,
benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı
ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.

Yalnızlık boyutlarındaki bir odada,
aşk boyutlarındaki yüreğim,
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemize diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini.

Ah..
Budur benim payıma düşen,
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen,
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.

Ve “ellerini
seviyorum” diyen
sesin hüznünde ölmektir.

Ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar.

Küpeler takacağım kulaklarıma
ikiz iki kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim.
Bir sokak var orada,
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü.

Bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı,
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir simgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen.

Ve böylecedir,
birisi ölür
ve birisi yaşar.
Hiçbir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.

Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan…

Furuğ Ferruhzad

her acıdan sonra yeniden kendine gelmek, yeniden bir çaba içine girmek...
her yere düştükten sonra biraz acıyla gülüp yeniden ayağa kalkmak...
her gidenin ardından kalan olmanın verdiği şaşkınlıkla duruduğumuz yerden yaşamaya devam etmek...
her biten aşktan sonra yenisi için dört gözle kapıya bakmak...
ya da hiç biri...
hiç biri değil yeniden doğuş
belki ölümdür bazılarının yeniden doğuş için uygun bulduğu
ben gibi...

8 Kasım 2009 Pazar

tüm hataları senin için yaptım

about as subtle as an earthquake, i know
my mistakes were made for you

and in the back room of a bad dream, she came
and whisked me away, enthused

and it's solid as a rock rolling down a hill
the fact is that it probably will hit something
on the hazardous terrain

and were just following the flock, round
and the inbetween, before we smash to smithereens
like they were, and we scrambled from the grain
and its the fame that put words in her mouth
she couldnt help, but spit em out
innocence and arrogance intwined
in the filthiest of minds

she's was bitten on her birthday, and now
a face in the crowd, shes not
and i suspect that now, forever the shape
she came to escape, its forgot
and it's alot to ask and not to sting
give her less than everything
around your crooked conscious she will wind

cos were just following the flock round
and the in-between
before we smash to smithereens
like they were, and we scramble from the grain
and it's the fame that put words in her mouth
she couldnt help, but spit em out
around your crooked conscious she will wind
and it's alot to ask and not to sting
giver her less than everything
ınnocence and arrogance intwined



dinledikçe kendimi bir başka yede buluyorum.
hiç tanımadığım bir erkeğin yanında. yüzüne bakıyorum sonra.
bak diyorum
gene şarkımız çalıyor.
şarkımız mı diyor?
evet diyorum. şarkımız olduğunu bilmemen benim ne kadar hatalı biri olduğumu anımsatıyor işte bana diyorum. ve dans ediyoruz...

Une belle historie - Michel Fugain 1972

beni duyuyor musun?

işte böyle başlıyor şarkı. beni duyuyor musun?
"duyduğun sesim mi yoksa kalbimin sana yolladığı sevginin bir melodisi mi? " diye ekleyesi geliyor sanki şarkıyı söyleyen kişinin karşıdakine.
aşkı yaşamanın şanslıların işi olduğunu söylüyor sonra sanki şarkı da.
duyuyor musun beni? ikimizde şanslı kişileriz ki seviyoruz birbirimizi diyor.

birini sevmek gerçekten bir şans mı diye düşünüyorum sonra.
aşk bir şans mı?
birine diğer insanlardan farklı bir gözde bakmak, onu özlemek , düşünmek, belki de arzulamak bunlar şanslı kılar mı insanı? bir başka insanın görmediği şeyi o kişide görmek şans mı?

eğer şanssa aşık olmak o şansa sahip olmadan gitmek daha da mı büyük bir şanssızlık?

beni duyuyor musun diyor gene adam. şanslıyız. kalbim senin evin, sevgimizin sıcak yuvası...
şanslı olmayı kaçırmış kalbim hızla atıyor şarkıyı dinlerken. gereksiz bir heyecanın içine giriyor. onu söküp atsam işe yarar mı acaba? gerçi kalbim bile duymasa şu şarkıyı kulağım beynim duyuyor anlıyor. ve aşkın şanslıların işi olduğunu haykırıyor...

1 Kasım 2009 Pazar

sil baştan,

o kadar saf ve güçlü bir sevgi bulabilir miyim diye düşünmeden edemedim. geçen gün bir çifti görünce. yanyana , utangaç, sevgi dolu.... hayat onlara oyun oynamamış, hep gülmüş gibi...
sonra kendime baktım. kaçıncı sil baştanım hayatı, kaçıncı sıfırlanış, kaçıncı acı ve kaçıncı yarım kalmış, hep tam olmayı arzularken hiç olmalarım?

şimdi sadece önümde yollar var. uzun, sessiz ve sanki son günmüş gibi o kadar umutsuz, tükenmiş. yine bir sil baştanın içinde beden, ruh...
ama bir yandan da hala acaba tam olabilir miydik sorusu o işe yaramaz beynimde.

dudağım hareketleniyor, sanki az sonra ağlayacakmış gibi gözlerim, kelimeleri görmüyor.sanırım onu da silmek lazım en baştan.

hep sil tekrar başla modundayken ruhum , birden kendini sorguluyor bugün olduğu gibi. hep sorgulama odasında korkulu, ürkek ruhum. şimdi önümde yollar. yeşillik veya mavilik yok sadece sonbahar sarılığı, kuraklığı, sadeliği gözüken...
şimdi sil bantan yeni bir yola giriyorum. yine nereye bilmeden adım atıyorum. ürkek, acılı ve daha acıya doyacağını bile bile...
sil baştan yürüyorum, unutuyorum...

yaş

annemin kardeşimi kucağına aldığı yaşta
ben kocaman yalnız bir kadın
kucağımda sadece umutlarım
hayallerim ise biraz geride sanki
annem mi hızlıydı ben mi yavaşım bilemedim şimdi
ama hayat akan bir ırmak
bense başarısız bir balıkçı gibiyim
nasipler mi kaçtı ben mi yemi doğru atmadım
düşünmedim
şimdi annemin başarılı benimse şaşkın yaşındayım
otuzuma kaç yıl kaldı saymadan
yirmili yaşlarımın anılarında boğulmayı hedeflediğim günlerdeyim